'Olağandışı yasaklarla 1 yılın bilançosu'
CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba tarafından "20 Temmuz 2016'dan bu yana süren OHAL yasaklarını içeren 'Olağandışı Yasaklarla 1 Yılın Bilançosu" raporu hazırlandı.
Abone olCHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba'nın hazırladığı raporda şu ifadelere yer verildi: "15 Temmuz'da yaşanan hain darbe girişimi sonrasında 20 Temmuz 2016'dan bu yana Türkiye 1 yıldır OHAL ile yönetilmektedir. 15 Temmuz'da millete ve devlete karşı başlatılan darbe kalkışması, Parlamento çatısı altında tüm partilerin demokrasiden yana ortak tavrı ve halkın büyük direnişi sayesinde bozguna uğratılmıştır. 20 Temmuz 2016'dan itibaren Olağanüstü Hal ilan edilmiş, ülke bir yıldır fiili bir sivil darbe hükümetinin olağanüstü KHK'larıyla yönetilmektedir. Hatırlanacağı üzere, Cumhurbaşkanı Erdoğan 20 Temmuz akşamı Bakanlar Kurulu toplantısından sonra yaptığı açıklamada Anayasa'nın 120. Maddesi'ne göre OHAL ilan edileceğini şu ifadelerle kamuoyuna açıklamıştır: 'Olağanüstü Hal ilanının amacı ülkemizde demokrasiye, hukuk devletine, vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerine yönelik bu tehdidi ortadan kaldırmak için gereken adımları en etkin ve hızlı şekilde atabilmektir.' Başbakan Yıldırım'da 'Biz OHAL'i Devlete ilan ettik millete değil' demiştir. Yaşanan bir yıllık süreçte gerçekleşen uygulamalarsa bu söylemin tam aksine cereyan etmiştir.
OHAL YÖNETİMİ, VATANDAŞLARIN HAK VE HUKUKU İÇİN BİR
TEHDİT UNSURU HALİNE GELMİŞTİR
Olağanüstü Hal yurttaşların hak ve hukukuna karşı tehdidi ortadan
kaldırmak bir yana, bizzat OHAL yönetimi, vatandaşların hak ve
hukuku için bir tehdit unsuru haline gelmiştir. Bu süreçte gerek
sivil toplum örgütleri gerekse iş dünyası hükümetin bu kısıtlayıcı
uygulamalarının ciddi sıkıntılara neden olduğunu dile getirmiş,
ancak hükümet bu uyarıları gözardı edip, daha da baskıcı bir
tutumla hak gasplarına devam etmiştir. Devlet içine sistemli bir
şekilde yerleşmesine göz yumulan 'eski ortak, şimdiki düşman FETÖ'
örgütünü temizleyeceğiz bahanesiyle alakalı alakasız binlerce
insana 'dokunulmuş' yüzlerce kurum kapatılmış, ihraçlar,
tutuklamalar ile devletin tüm organları AKP'lileştirilmiş ve yeni
bir sistem inşasına başlanmıştır. Devleti kimi cemaat ve grupların
etki alanından kurtarmak için çıkılan yolda, yol haritası birden
değişmiş ve tek adamın yönettiği bir sivil darbe hükümetinin yol
güzergâhına girilmiştir.
25 KHK YAYINLANMIŞ ÜLKE TEK ADAM REJİMİNİN
BELİRLEDİĞİ OLAĞANÜSTÜ KHK'LARLA YÖNETİLMEYE DEVAM
EDİLMEKTEDİR
Bu süre zarfında 25 KHK yayınlanmış ve ülke tek adam rejimi ve onun
belirlediği olağanüstü KHK'larla yönetilmeye devam edilmektedir.
Bir yıllık bu süreçte tüm yaşananların yanında hepimizin, ülkedeki
tüm yurttaşların yaşamını doğrudan etkileyecek sınırlamalar ve
yasaklarla karşı karşıya kalınmıştır. Olağanüstü Hal yönetimlerinin
yasadan kaynağını alan hak ve özgürlükleri sınırlama yetkisi,
yasada tanımlanan ölçülerin çok dışına çıkılarak kullanılmıştır.
OHAL, Anayasa'da tanımlanan ölçülülük, gereklilik, yerindelik gibi
ilkelerin hiçbirine uyulmaksızın hürriyeti kısıtlayıcı bir hal
almıştır. Bir yıldır yaşananlar göstermektedir ki,
vatandaşların yaşamsal hakları, iş yaşamı, kültürel ve sosyal
hayatı ipotek altına alınmıştır. Akla ve mantığa sığmayan yasaklar
gündelik yaşamımızın bir parçası olmuş, sokakta türkü söylemekten,
Zeytinli Rock festivaline, semah dönmekten, açık alandaki
düğünlere, lise pilav gününe varana kadar çok çeşitli yasaklarla
her gün karşılaşılır hale gelinmiştir. Hatta öyle ironik bir
hal almıştır ki, bir Üniversitemizin Hukuk Fakültesinde düzenlenen
'OHAL Hukuku' konulu panel OHAL'den dolayı yasaklanmıştır. OHAL
yasakları akıl dışı olduğu gibi vicdanları da yaralayan bir hale
gelmiştir. Suruç anmasından 10 Ekim anmasına, Soma anmasından,
Roboski'ye insanların kaybettiği yakınlarını anmasına ve ağıt
yakmasına dahi izin verilmemiştir. Tüm bunların yanında KHK'lar ile
kış lastiğinden lazer epilasyonlara kadar yaşamın her alanına da
müdahil olunmuştur.
AVRUPA PARLAMENTOSU'NDAN TÜRKİYE ALEYHİNE KARARLAR
ÇIKMASINA NEDEN OLMUŞTUR.
OHAL ile kurumsallaşan faşizm ile hükümete biat etmeyen gazeteci,
akademisyen ve hukukçular fikirlerini çok kısıtlı alanlarda dile
getirebilir hale gelmiştir. Ulusal basın birkaç istisna dışında tek
sesli hale getirilmiş, tutuklamalar ve gözaltılarla yaratılan baskı
ve korkularla düşünceyi ifade özgürlüğü ortadan kaldırılmıştır. Hak
ve özgürlüklere konulan yasaklar ve operasyonların terör örgütü
üyesi olmadığı çok açık isimlere ulaşması, ülkemizin dünyadaki
itibarını sarsmış, Avrupa Parlamentosu'ndan Türkiye aleyhine
kararlar çıkmasına neden olmuştur. Hak ve özgürlüklerin korunmasına
dair imzalamış olduğumuz uluslararası sözleşme ve anlaşmalar ihlal
edilmiş, demokratik ülkeler kûlvarında geri sıralara düşmemize
sebep olunmuştur. Ülkemizde daha önce ilan edilen OHAL
yönetimlerinin kararları zaman zaman Anayasa Mahkemesi'ne
götürülmüş ve bozma kararları alınmıştır. Anayasa Mahkemesinin 1991
yılında aldığı kararda; 'Olağanüstü yönetim usulleri yürütme
organına önemli yetkiler vermesine, hak ve özgürlükleri de önemli
ölçüde sınırlandırmasına karşın, demokrasiler sonuçta bir hukuk
rejimidir ve hukukun dışına çıkılamaz.' denilmiştir. Ayrıca kararda
'Olağanüstü Hal KHK'larıyla getirilen düzenlemeler, Olağanüstü
Hal'in amacını ve sınırlarını aşmamalıdır.' uyarısında
bulunulmuştur.
KHK'LARLA HUKUKİ SINIRLARIN AŞILDIĞINI APAÇIK
ORTADADIR
Anayasa Mahkemesinin kararında dile getirdiği hukuki ölçütler
açısından OHAL süreci değerlendirildiğinde, 21 Temmuz'dan bu güne
kadar çıkarılan KHK'larla hukuki sınırların aşıldığını apaçık
ortadadır. Basına yönelik baskılar, muhalif gazetecilerin
tutuklanması, muhalif binlerce akademisyenin işinden edilmesi,
işinden olanların yargı yoluyla hak aramalarının engellenmesi ile
kamu düzeninin sağlanması arasında bağlantı kurmak mümkün değildir.
OHAL nedenleri ve amacı açısından Anayasa'da belirlenen ve ilan
edilen sınırları aşmış, keyfiliğe dönüşmüştür. Kapsamındaki
yasaklara bakınca amacın terörle mücadele değil, ülke genelinde
iktidara muhalif tüm kesimlerin sesini kısmaya yönelik yasal
düzenlemeler olduğu anlaşılmaktadır. Keyfiliğin hukuk kuralı olduğu
bir ülkede hiç kimsenin güvencesi yoktur. Hukukun üstünlüğünün
değil, üstünlerin hukukunun geçerli olduğu noktada demokrasiden söz
etmek mümkün değildir."