ABD-Çin rekabeti korona savaşına dönüştü
Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını nedeniyle dünya genelinde binlerce insan yaşamını yitirirken, ABD ve Çin’in küresel salgın üzerinden gelişen polemiği giderek derinleşiyor.
Virüs salgınının hemen başında yoğun bir şekilde eleştirilen Çin liderliği kriz ilerledikçe toparlanmaya başlarken, aynı durum ABD cenahında kötüleşme belirtileri gösteriyor.
Hatta ABD’nin küresel konumu ve prestijinin de bu krizden etkilenebileceği konuşulmaya başladı. Krizin ciddiyetinin farkına geç varma, test kapasitesindeki sorunlar ve uluslararası ortaklarla işbirliği konusunda yaşanan koordinasyon eksikliği, ABD açısından ciddi bir eleştiri konusu olmuş durumda. Bir süre önce özellikle ABD basınında var olan yaygın anlatı Çin’in “Asya’nın hasta adamı” olduğu yönündeyken, başlattığı yardım seferiyle Çin, hasar gören imajını yeniden onarma fırsatını yakalamış görünüyor.
Çin, dokuz uzmandan oluşan bir tıbbî ekibi ve büyük miktarda malzemeyi Avrupa’da salgının merkezi haline gelen İtalya’ya gönderirken İspanya’ya da 500 bin maske yardımı yaptı. Bununla beraber Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in, Çin devletinin AB’ye 2 milyon cerrahi maske, 200 bin N95 maske ve 50 bin test kiti bağışlayacağını duyurarak “Buna minnettarız” açıklaması, Çin’in AB nezdinde giriştiği bu “kamu diplomasisi” seferinin başarılı olduğunu gösteriyor. Bu kriz anı Çin’in kendini küresel liderlik açısından yeniden konumlandırması ve uluslararası imajını toparlaması açısından önemli bir durum oluşturuyor Bu noktada iki ülke arasındaki propaganda savaşının giderek yayıldığı görülüyor.
Çin tarafından “ABD ordusu” iması
Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Cao Licien, ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC) Başkanı Robert Redfield’ın ABD’de geçen yıl grip nedeniyle gerçekleşen bazı ölümlerin Kovid-19 kaynaklı olabileceğini Temsilciler Meclisinde kabul etmesinin önemi üzerinden yola çıkarak “ABD, 34 milyon grip vakası ve buna bağlı olarak 20 bin ölüm bildirdi. Lütfen kaç tanesinin Kovid-19’la ilişkili olduğunu söyleyin. Salgını Vuhan’a getiren ABD ordusu olabilir. Şeffaf olun. ABD bize bir açıklama borçlu,” şeklinde bir açıklama yaptı.
Cao’nun açıklamasındaki “ABD ordusu” vurgusunun temelinde geçen yıl Ekim ayında Vuhan’da düzenlenen 7. Askeri Olimpiyatların olabileceği söyleniyor. Söz konusu etkinliğe 110 ülkeden 9 bin 308 sporcu katılmıştı. Olimpiyatlara katılan sporcuların virüsü bilerek veya bilmeyerek getirmiş olabileceği ihtimalini kanıtlayacak herhangi bir delil ise bulunmuyor. ABD ve Çin arasında gerginliğe yol açan virüsün kaynağının neresi olduğuna yönelik tartışma aslında Global Research isimli sayfada yayınlanan bir makaleye dayanıyor.
Larry Romanoff imzalı makalede Çin’de ve Tayvan’da yapılan bazı çalışmalardan örnekler verilerek virüs salgınının Aralık ayında değil de daha önce Kasım ayında başlamış olabileceği tezi ortaya atılıyor. Geçen sene Ekim ayında Vuhan’da düzenlenen Askeri Olimpiyatlar ima edilerek, ABD’de gerçekleşen ve gribe atfedilen 14 bin ölümün bir kısmının aslında yeni tip koronavirüs kaynaklı olabileceği iddia ediliyor. Öte yandan SARS virüsünü tespit eden bilim adamı Cong Nanşan da geçenlerde yaptığı bir açıklamada “Kovid-19 ilk olarak Çin’de görülmesine rağmen, bu, virüsün Çin kaynaklı olduğu anlamına gelmez” dediğini de not etmek gerekiyor.
Buna karşılık ABD tarafında da Çin’i itham eden açıklamalar artarak devam ediyor. Cumhuriyetçi Senatör Tom Cotton’ın yeni tip koronavirüsün Vuhan’daki bir “laboratuvardan” yayılmış olabileceğini iddia etmesi, Çin devlet ricali tarafından yoğun bir eleştiri ve tepkiyle karşılanmıştı. Cotton, “Bu hastalığın oradan yayıldığına dair bir kanıtımız yok ama bu soruyu sormamız gerekiyor,” diye de eklemişti. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert O’Brien’ın “Vuhan’da baş gösteren salgın, ne yazık ki, en iyi uygulamaları kullanmak yerine örtbas edildi. Bu muhtemelen dünyanın iki ayına mal oldu” şeklindeki açıklaması da bir başka krize neden oldu. Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Gıng Şuang ise O’Brien’ın açıklamalarını Çin’in virüsle mücadelesini kötüleme çabası şeklinde değerlendirerek bunun “ahlaksız ve sorumsuzca bir tutum” olduğunu söyledi.
Trump’ın "Çin virüsü" ısrarı
Yine ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun “Vuhan virüsü” şeklindeki söylemleri devam ederken ABD Başkanı Trump’ın “Bundan sonra bu virüsü Çin virüsü olarak adlandıracağım,” şeklindeki açıklaması ABD ve Çin arasındaki krizin giderek daha fazla derinleşmesine neden oluyor. Çin’in virüsle ilgili ABD ordusu imasına sinirlenen Trump’ın “Çin virüsü” söylemini ısrarla sürdürdüğü görülüyor. Virüs savaşlarına gelene dek ticaret savaşları, Güney Çin denizi, Tayvan, Sincan, Hong Kong ve Huawei konusunda karşı karşıya gelen iki ülkenin arasında yeni bir çatışma alanı oluşmuş durumda.
Diğer yandan ABD’de küresel araştırma şirketi Gallup’un yaptığı bir araştırma Amerikalıların Çin’e yönelik algılarının olumsuz bir eğilime yöneldiğini gösteriyor. Amerikalıların sadece yüzde 33’ü Çin’i olumlu görürken 2018 yılında bu rakam yüzde 53 idi. Yüzde 33 rakamı ABD-Çin ilişkilerinde bugüne kadar kaydedilmiş en düşük rakam olarak dikkati çekiyor. İki ülkenin kısa süre önce imzaladığı birinci faz ticaret anlaşmasının uygulanmasının giderek zorlaştığı belirtiliyor. Özellikle Çin basınında anlaşmanın devam edemeyeceğine ve revize edilmesine yönelik yorumlar giderek çoğalıyor.
Virüs salgını nedeniyle ABD çapında acil durum ilan eden ABD Başkanı Trump ise diğer yandan birinci faz ticaret anlaşması gereğince Çin’in 250 milyar dolarlık ürün alacağını hatırlatmayı unutmuyor. Fakat salgının yol açtığı aksamalardan dolayı ABD-Çin ikili ticareti yıllık bazda yüzde 19,6 azalırken Çinliler özellikle ABD’li bazı politikacıların virüs salgını üzerinden Çin’i suçlamalarını ve Huawei’ye yönelik yaklaşımlarını doğru bulmuyor.
İki ülke kısa süre önce medya alanında da karşı karşıya gelmiş ve ABD’nin beş Çinli medya kuruluşunu “yabancı misyon” olarak belirlemesinin ardından Çin; Washington Post, New York Times ve Wall Street Journal adına ülkede bulunan gazetecilere yasak getirmişti. Öte yandan ekonomik açıdan yaşanan resesyon da ciddi bir krizin habercisi gibi görünüyor. Virüs salgını bir yandan Çin’in satın alma kapasitesini küresel ekonomiyi sıkıntıya sokacak ölçekte etkilerken, ABD’nin de tedarik konusunda bağımlılığını ve zayıflığını ortaya çıkarmış durumda. Fitch Ratings’e göre, Hindistan ve Japonya’daki üreticiler ithal elektronik bileşenlerinin yüzde 60’ı konusunda Çin’e güveniyor. Amerikalı üreticiler ithal elektronik parçalarının yaklaşık yarısını Çin’den satın alıyor.
Küresel salgın, küresel düzeni etkileyebilir mi?
Yeni tip koronavirüs salgınının Çin’de henüz başladığı anlarda Trump’ın Özel Danışmanı Peter Navarro’nun “ülkeyi terk eden fabrikalar geri gelecek” şeklindeki temennisi ve ABD Ticaret Bakanı Wilbur Ross’un “işlerin Kuzey Amerika’ya dönüşünü hızlandıracak” şeklinde öngörüsü Çin tarafından unutulmamış gibi görünüyor. ABD’nin her durum ve şartta Çin’i kuşatmaya dönük tahkim edilmiş bu iştahı, Çin devlet ricalinde genel kabul görmüş stratejik bir bilgi haline gelmiş vaziyette. Dolayısıyla küresel salgın üzerinden başlayan bu yeni tartışma küresel rekabeti hararetli bir seviyeye taşıyabileceği gibi aynı zamanda küresel düzen üzerinde de birtakım etkilerde bulunabilir.
Öncelikle Kovid-19 salgını küreselleşme fikrini tekrar sorgulanır hale getirdi demek mümkün. Milyonlarca insanın evlerine kapanmak zorunda kaldığı ve toplumsal sağlığın ciddi bir kriz ile karşı karşıya kaldığı şu günlerde hem ekonomide hem de siyasette korumacı ve popülist yaklaşımların daha yoğun bir şekilde yeniden tedavüle girmesi bekleniyor. Salgının özellikle Batıda göçmen ve yabancı karşıtı bir yaklaşıma dönüşmesi an meselesi gibi görünüyor. Bu noktada ABD ve Çin’in tahrip edici rekabeti sistemi kırılmaya götüren süreci hızlandırabilir.
Salgın nedeniyle küresel ticaret bozuluyor ve borsalar çöküyor. Dünya ekonomisi neredeyse kesinleşmiş bir durgunluğa doğru sürükleniyor. Buna karşılık bazı uzmanlar salgın üzerinden gelişen ekonomik sonuçları “küreselleşmenin ne olduğunun göstergesi” şeklinde yorumlayarak bu sonuçları telafi etmenin yolunun ise daha fazla küresel işbirliği olduğu yönünde fikir bildiriyor. Fakat salgının var olan küresel düzene öngörülemeyen bir darbe vurabileceği ve sistemi yeniden şekillendirebileceğine dair mebzul miktarda yoruma da rastlamak mümkün.
Sonuç olarak insanoğlu çok köklü toplumsal ve ekonomik bir krizin ya da dönüşümün kavşağında duruyor olabilir. Tükeniş emareleri gösteren sistemik form, 2008 yılında yaşadığı küresel kriz sonrasında içine girdiği buhranı atlatabilmiş görünmüyor. Yeni tip koronavirüs salgını bu çerçevede uluslararası sisteme ve işleyişine önemli bir etkide bulunabilir. Küreselleşmenin tersine işleyebilecek bir süreç tetiklenebilir.
Yaşadığı yoğun krizlerin ardından deforme olan küresel düzen, kendisini karşılıklı bağımlılık ve kolektif bir eylem modeli üzerinden yeniden inşa etmeye yönelik çok kutuplu bir biçime de yönelebilir. Bu bağlamda ABD ve Çin’in sürdürdüğü rekabetin söz konusu küresel düzenin yeniden şekillenmesinde kritik bir rolü olduğunu söylemek mümkün. Bir süre önce ticari konularda anlaşma emareleri gösteren iki ülkenin yeniden ve hızlıca çatışmalı bir döneme girmesi uluslararası sistemdeki düzensizliğin artacağını gösteriyor.
[ABD-Çin İlişkileri ve Çin’in Dış Politikası alanında çalışmalarını sürdüren Hüseyin Korkmaz Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü Uluslararası Güvenlik Anabilim Dalında doktora çalışmalarına devam ediyor]