İbrahim Kalın'dan canlı yayında çarpıcı değerlendirmeler!
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın katıldığı canlı yayında, "NATO Liderler Zirvesi öncesi Madrid'de Türkiye, NATO, İsveç ve Finlandiya heyetleri 4'lü zirve gerçekleştirecek" bilgisini verdi.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın Habertürk TV'de Kübra Par'ın Açık ve Net programında gazeteciler Aslı Aydıntaşbaş ve Gürkan Zengin ile birlikte başta dış politika olmak üzere gündemdeki soruları yanıtladı. İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya üyelik başvurusuna terör örgütlerine destekleri nedeniyle Türkiye'nin hayır dediğini, bundan vazgeçene ve Türkiye'nin şartlarını yerine getirene kadar da üyeliklerine hayır deneceğine vurgu yapan Kalın NATO Liderler Zirvesi öncesi Madrid'de Türkiye, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ve İsveç ile Finlandiya temsilcilerinin bir araya geleceğini söyledi.
Kalın'ın sorulara verdiği yanıtlardan öne çıkan başlıklar şöyle:
İki düzeyde cevaplamak isterim. Bir teknik olarak Kaşıkçı davası ikincisi genel çerçeve. Uluslararası ilişkilerde daralmalar ve genişlemeler olur. Bizim Mısır, Ermenistan, Suudi Arabistan'la normalleşme döneminden geçiyoruz. Uluslararası ilişkilerde ezeli ve ebedi düşmanlık husumet olmaz. Barış yaparsınız yolunuza devam edersiniz. Suudi Arabistan'la Kaşıkçı cinayetine kadar çok ciddi sorunlarımız yoktu. Bir iki yerde görüş ayrılıklarımız vardı. Kaşıkçı cinayeti büyük bir travma yarattı. Ülkemizde bu şekilde yapılmış olması. Türkiye o dönemde üzerine düşeni fazlası ile yaptığını düşünüyorum. Duyurulması ve dünyada gündem olması. Daha sonra hukuki bir süreç başladı. Bu hadiseden dolayı Suudi Arabistan'la ilişkilerimiz ciddi yara aldı. Türkiye Cumhuriyeti topraklarında böyle bir cinayete kurban gitmesi es geçilecek, üzeri örtülecek bir şey değildi. Trump açıktan çıkıp 'Bu konu bizim için bir sorun değildir' mealinde konuştu. Avrupa'da benzer çıkışlar oldu. Bir zaman sonra geriye çekildiler. Hukuki süreçle ilgili birkaç aşamalı süreç yaşandı. Adli süreçlerde ilgili makamların birbiriyle konuşması gerekiyordu. Sonuçta bir başka ülkenin vatandaşıyla ilgili bir iddianame ortaya koyuyorsunuz. Burada bir sürü hukuki olarak teknik var. 6706 sayılı Uluslararası Adli İşbirliği Kanunu işletildi. Bizim bir vatandaşımız falanca ülkede uyuşturucu suçundan idama mahkum ediliyor mesela. Bununla ilgili girişimde bulunuyoruz. 'Mümkünse imkan olmasın, gelsin Türkiye'de cezasını çeksin' gibi. Bazen hukukun verdiği bazı kararlar kamu vicdanını rahatlatmayabilir. Neticede mahkemenin verdiği karara hukuken saygı duymak zorundayız. Siyaseten ve vicdanen yeterli bulmayabilirsiniz.
Bir başka ülkenin vatandaşlarının yargılanması sözkonusu burada. O kişilerle ilgili Suudi Arabistan'da bir hukuki süreç oldu. Dediğim gibi bizim vicdanımızı rahatlatmayabilir. Hukuki açıdan baktığımızda 6076 uygulandı. Başka ülkeler de başka türlü girişimler de yapabilirdi. Bir iki yerde bireysel davalar açıldı. ABD'de başka yerlerde. Bizim bu davalara dahlimiz sözkonusu olmaz. Ailesinin bir dava süreci olmadı Cemal Kaşıkçı'nın. Katılalım, katılmayalım bir hukuki süreç işletildi. Bir başka ülkenin vatandaşların yargılanması sözkonusuydu. Bununla ilgili adli işlem yapıldı, orada 16 kişiyle ilgili mahkeme yapıldı ve cezalar verildi. Dolayısıyla hukuki olarak baktığımızda bu tarafı ihmal etmek lazım. Siyasi olarak bu mesele asla kabul edilebilir bir şey değil. Türkiye sert tepki verdi, üzerine düşeni yaptı. Kemal Bey'in 'üç beş kuruş yapıldı' ifadesi gerçekten sakil ifade. Son tahlilde Suudi Arabistan bölgenin önemli aktöre. Bu olaya kadar bizim belli konularda görüş ihtilaflarımız olsa bile, böyle bir çatışma dönemine girmedik. Zaman zaman görüş ayrılıkları elbette olabilir ama ülkemizin çıkarlarını da düşünmek zorundayız. Türkiye'nin konumu, bölge ile ilişkileri, Suudi Arabistan ilişkilerini büyük fotoğrafı görmek zorundayız. Husumetle yönetemezsiniz dış politikaya.
Onlar diyorlar ki, 'biz hukuki süreç işlettik, mahkemeye çıkarttık, şu cezalara çarptırdık'. Bir başka ülke Türkiye'deki bir grup Türk vatandaşı için böyle bir mahkeme kursa, yargılamaya kalksa Türkiye Cumhuriyeti haklı, haksız o vatandaşlarını mahkeme vermez. 'Beğen beğenme ben burada yargıladım' der. ABD, İngiltere hangi vatandaşını başka ülkede yargılanmasına müsaade eder. Çok istisnalar dışında. Olağanüstü savaş suçları vs. vardır. Dolayısıyla burada böyle bir şey oldu. Keşke bu olay hiç yaşanmasaydı. Sadece bizim topraklarımızda değil herhangi yerde yaşanmasaydı. Son tahlilde biz de bu davanın mağduru olduk.
Değerli yalnızlık ifadesi o dönem çok yanlış anlaşıldı. Belki benim hatam; daha farklı, net ifade etmeliydim. Değerli kısmı değerli, yalnızlık ismi tek başınalığı ifade eden bir şeydi. Onu Türkiye yalnızlaştı diye çekenler oldu. Türkiye hiçbir zaman yalnız olmadı. Türkiye'nin Afrika, Uzakdoğu, latin Amerika'da Türkiye'nin politikaları, duruşu herzaman takdir topladı. Cumhurbaşkanımızın çizdiği adil, vicdanlı, merhametli lider profili bugün tam buna oturduğu için dünyanın neresine giderseniz gidin, herhangi bir Türk vatandaşı oralara gittiğinde, Türkiye Cumhuriyeti'ne ait şahıs, kurum, marka itibar görüyorsa bu duruşun, perspektifin, derinliğin tezahürüdür, yansımasıdır. Türkiye bundan bir şey kaybetmedi. İsrail'le normalleşme süreci başladı Türkiye Filistin davasındn vaz mı geçiyor? Değil tabii ki. Dış politikada sıfır toplamlı oyunlar olmaz. Son tahlilde biz sıfır toplamlı bir oyun olmaktan ziyade, 360 derece perspektifinden dış politikaya bakabilmenin mümkün olduğunu söyledik. Biz Filistin'in işgaline baştan beri karşıyız, karşı olduğumuzu söylüyoruz. İsrail'de saatlerce ben konuştum. 'Pozisyonumuz bu, ne Kudüs'ü işgal etmenizi tanıyoruz ne Filistin halkına yaptıklarınızı tanıyoruz' dedim. Ramallah'ta sayın Mahmud Abbas'ı ziyaret ettiğimde. Orası rahmetli Arafat'ın fiili hapishane yaşadığı yerdir. Rahmetli Arafat'ın oturduğu odada sayın Abbas'la görüştük. Abbas 'sizin İsrail ile ilişkileri düzeltmeniz bizim faydamıza' dedi. Ermenistan'la neden 1992'de kapıları kapattık? Karabağ'ın işgalinden dolayı. Şimdi şartlar değişti. Azerbaycan-Türkiye bir araya geldi, Karabağ özgürlüğüne kavuştu, Ermenistan'la normalleşme sürecini başlattık. Azerbaycan ve Türkiye'nin güçbirliği ile sorun ortadan kalktı. Şu anda Ermenistan'la hızlı bir normalleşme süreci yaşıyoruz. Sorunları çözerek ilerlemek zorundasınız. 3 yıl boyunca Suudi Arabistan'la ilişki kurmadık. İsrail'le, ne zaman Filistin halkına saldırı olsa sesimizi yükselttik, büyükelçimizi çektik. Hepsindeki temel ilke hakkı, hukuku gözetmek. Ülkemizin çıkarlarını, konumunu düşünmek zorundayız. Türkiye'nin güçlü olması mazlum halkların davalarında olmazsa olmaz şarttır. Türkiye'nin siyasi, ekonomik, jeopolitik olarak sıkıştırıldığı, zayıflaştırıldığı dönemde Türkiye'nin buralara olumlu etki etme şanszı nedir? Somali'ye gittiğimizde dünyanın Somali diye bir sorunu yoktu. Oraya giderken risk aldık. Orada devam eden savaşın ortasında, terörle mücadelenin bir ülkeyi bitirdiği, uluslararası konjonktürün Somali'yi teröre mahkum ettiği bir dönemde, biz tırnak içinde hiç üzerimize vazife olmayan şekilde Somali'ye çıkarma yaptık. Bakın Somali nerelere geldi. Filistinli bunu söylüyor; İsrail ile normalleşmenizi en çok biz istiyoruz diye. Biz Kudüs'te, Gazze'de, Ramallah'ta olmadığımızda o insanların hakkını kim savunacak?
Afganistan'da Taliban'ı tanımadık ama angaje ettik. Taliban'la en fazla tartışan kişilerden biri benim. Kafanızdaki dar İslam anlayışını gelip topluma empoze etmeleri, kız çocuklarının okula gönderilmemelerine kadar. Tamamen terk ettiğinizde ne olacak? Biz stratejik geri çekilelim, buralarla hiç ingilenmeyelim. O zaman denilecek ki 'siz buradaki mazlum halkları neden savunmuyorsunuz'. AB ile ilişkilerimizde sorunlu olduğumuz bir sürü konu var. Yönetmek durumundayız. Almanya'da nazi cinayetleri oluyor. Yeri geliyor en yüksek volümle tepkimizi dile getiriyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı Avrupa'da çıkıyor onlara meydan okuyor, 'hani sizin değerleriniz' diye. Bunları kapalı kapılar ardında nasıl söylüyorsa meydanlarda da aynı şekilde söylüyor. İlişki kurmamız, yapılanları olumlamak anlamına mı geliyor? O da değil...
Ekonomik şeylere endekslerseniz kategori hatası yaparsınız. Bizim ABD, Batı'daki ülkelerle iyi ilişkilerimiz var. Bu otomatikman ekonomik iyi ilişkiler anlamına geliyor mu? Bu bir eko sistem. Rusya ile bir denge politikası izliyoruz. Otomatikman Rus sermayesi Türkiye'ye geliyor anlamına geliyor mu? Rusya ile enerji ilişkimiz var. Enerjide dışa bağımlı olduğumuz için İran'la olduğu gibi Rusya ile ilişkiler geliştiriyoruz. Rusya'ya Ukrayna savaşından sonra yaptırım uygulamıyoruz. Elbette ülkemizin çıkarlarını korumak zorundayız. Burada Rusya tarafının da güvenebileceği bir aktörün devrede olması lazım. Herkes köprüleri atarsa Rusya ile eninde sonunda kim konuşacak? Bizim ekonomik ilişkilerimiz öyle bir mahiyette ki, yaptırım uygulamak Rusya'dan çok Türkiye'nin ekonomisine zarar verir. Biz net tavır aldık. Şu anda Batılılar da bunu kabullendiler. Jeopolitik gerekçelerle Türkiye'nin pozisyonuna dair bir şey söylemiyorlar. Ukrayna'nın tahıl sevkiyatını yürüttüğümüz bir süreç var. Gıdada Türkiye kilit hale geliyor. Avrupalı dostlarımız arıyorlar 'Bu toplantı ne zaman olacak, sevkiyat başlayacak mı' diye. Bir kısmı 'Bu sürecin içinde biz de olalım' demek için arıyorlar.
Bir gemi Mairapol'dan çıktı. Ukrayna'dan limanından çıktı. Şu anda yolda. Birkaç gün içinde Zonguldak'a ulaşması planlanıyor. Bizim askeri heyetimiz Moskova'daydı. O görüşmelerden bu sonuç çıktı. İki tarafın da mutabık kalması halinde İstanbul'da Türkiye-Ukrayna-Rusya-BM toplantısı yapacağız. O toplantıda bu sevkiyatın moderesi konuşulacak. Bir iş planı üzerinde çalışılıyor şu anda. O bölge savaş başlayınca Ukraynalılar tarafından mayınlandı, Odessa limanı. Haklı olarak Rusya işgal eder diye temizlemek istemiyorlar. Bunun yerine bir güvenli koridor, üç tane güvenli koridor önerdiler. Koordinatları belli, gemiler girip çıkabilir, tahıl sevkiyatını başlatabiliriz dediler. Şu anda Rusya ve Ukrayna tarafı ile müzakerelerimiz sürüyor. En kısa zamanda bu toplantıyı yapmak istiyoruz.
Rusya kendi tahıl ürünlerini de çıkartmak istiyor. Benim gemilerim uluslararası sulara çıktığında herhangi sorunla karşılaşmasın diyor. Uluslararası sigortası sigortalamadığı için gemiler çıkamıyor. Prensipte Cumhurbaşkanımız, sayın Putin'e açtı. 'Çıkarsınlar engel olmayız ama biz de ürünleri çıkarmalıyız' dedi. Bu ülkelerin temsilcileri ve BM ve bizim olacağımız yapıda görüşülecek. Bu Ukrayna savaşının altbaşlıklarından bir tanesi. Şu anda herkes sevkiyatın başlamasını istiyor. Farklı rakamlar telaffuz ediliyor. Şu anda toplamda Rusya ve Ukrayna'nın 40 milyon tona yakın tahıl olduğu iddia ediliyor. Bu tabii ciddi rakam. Bu dünyada yüzde 30-35'lik rakama tekabül ediyor. O koridorun belirlenmesi, gemilerin sevkiyata başlaması 3-4 haftalık bir süreç.
Toplam 22-23 gemi var ama hepsi bizim değil. Bize gelecek olan gemiler var. Bize faydası şu olacak; kendi tahıl ihtiyacımızla ilgili rahatlama getirecek. Bu sevkiyat Türkiye üzerinden yapıldığı için Türkiye stratejik konum elde edecek. O gemiler Boğaz'dan geçecek. Biz nasıl Ukrayna ve Rusya tarafları arasında ilk kapsamlı masayı İstanbul'da kurduysak, tahıl sevkiyatı konusunda ilk defa iki ülkeyi biraraya getireceğiz. Biz Rusya'nın işgalini söylüyoruz, açık ve net. Savaş uzadıkça çok daha maliyetler üretecek. İki tarafı biraraya getirmek için gayret sarfeden başka bir ülke de yok açıkçası. Savaş ortamında bile belli konularda işbirliği yapılabileceğine bir örnek teşkil edecek.
Biz ateşkesin ötesinde bir barış müzakere sürecinin ciddi manada başlaması için uğraşıyoruz. Şu anda maalesef nesnel şartlar buna müsait değil. İki taraf da şu anda masaya oturma konusunda bir zihni açıklığa ve siyasi iradeye sahip değil. Çeşitli sebepleri var. Ukrayna 'ülkemin üçte biri işgal altında iken masaya oturmayı doğru bulmuyorum' diyor. Rusya da 'Oradaki pozisyonumu tahkim ediyorum, masaya oturduğumda çok daha güçlü şekilde oturacağım' diyor. Ne zaman başlayacağını bilmiyorum. Kehanette bulunmak istemem. Askeri çatışmalar ne kadar devam eder, kestirmek zor. Savaş uzadıkça maliyet çok daha artacak. Daha sonra ateşkes, barış, kalıcı barış adımları çok daha zor hale gelecek. Bu tür büyük ihtilaflarda her şeyi kuşatan, ihtiva eden tek bir barış anlaşması kurmak, yapmak, uygulamak kolay bir şey değil. Bunun yerine bazen parçalı bir kurgulamanız daha anlamlı hale gelir. Burada dondurma durumu, burada müzakere yapalım, burada tahıl sevkiyatı gibi.
Bizim değerlendirmemiz şu; Ruslar Kiev'i almak için ani hamle yaptılar, hesap hatası yaparak geri çekildiler ama hızlı toparladılar. Ülkenin doğusunda kendilerini tahkim ettiler. Haritaya bakarsanız, maalesef 24 Şubat'ta savaş başladığında Rusya Ukrayna topraklarının Donbas bölgesinin bir bölümüne hakimdi. Bugünkü haritaya bakın, 4 ay sonra, şu anda Harkil'den Donbas bölgesi, Kırım'la birleşti, kalın hatta doğru gidiyor. Odessa'ya yaklaştı. Duracağı yeri kestirmek zor. Ukrayna'nın Azak denizinden erişimi kestiler. Odessa'yı da keserlerse Ukrayna bir anda kara devleti olacak. Umarız oraya varmaz iş. Cumhurbaşkanımız da liderler diplomasisinde muhataplarına söylüyor. Bu savaşı durdurmak için çaba gösterilmesini söylüyor. Ama hepimizin aynı hedefler üzerinden gitmemiz lazım. Sahadaki duruma baktığınızda daha fazla Ukrayna toprağını işgal ediyor. Masaya ne zaman oturacak bilmiyoruz, biz gayret ediyoruz, uğraşıyoruz.
Putin içeride kendi pozisyonu daha da tahkim etti. Ekonomik olarak ruble toparladı. Ruslar ne zaman masaya oturacaklar bilmiyorum. Masaya oturduklarında o gün Rusya Ukrayna'da hangi çizgideyse müzakereyi de oradan açacaklar.
Şu anda uçaklarımız orada ama güvenli. Bakımları düzenli olarak yapılıyor. Çatışma riski devam ettiği için uçaklarımız orada duruyor. Onlar 2 kargo uçağı. Büyükelçiliğimiz sürekli temas halinde. Kalkması, uçması halinde güvenliğini sağlayamayacakları için Ukraynalılar biraz daha sabırlı olmamızı istediler. Şu ana kadar hamdolsun orada bir risk durumu doğmadı. Arzumuz, uçaklarımızı bir an önce almak. İlk fırsatta; hatta bize şartlar olgunlaştığınızda hava sahamız açıldığında ilk giden sizin uçaklarınız olacak dendi.
Şu anda dünyanın gündemini meşgul ediyor. Kısa vadede, asıl orta ve uzun vadede etkileri var savaşın. Bundan sonrasında da öngörüm önümüzdeki birkaç 10 yıl boyunca savaş ve etkileriyle meşgul olacağız. Savaş bitebilir ama etkileri farklı bir şekilde devam edecek. 2.0 yeni bir soğuk savaş dönemi söyleniyor. Bu çok farklı bir soğuk savaş dönemi olur. Sanal ortamların, dijital ortamların, güçlendirilmiş gerçeklik aleminde birtakım soğuk savaş rekabetlerin yaşanacağı bir döneme giriyoruz. Bunun ekonomik, demografik, jeopolitik boyutları var. Batı'da bunun etkileri olacak. Rusya karşıtlığından ben tasavvuru olabilecek. Tolstoy'un, Dostoyevski'nin romanlarının kaldırılmasından, Rus sporcuların birtakım ayrımcılıklara maruz kalması sağlıklı bir şey değil. Rusya tarafında da Batı karşıtlığı da devam edecek. Şahsi değerlendirmem bu yönde. Çok büyük tektonik konumlandırmalar yaşanacak. Önümüzdeki 10 yıl içerisinde. Çin orada duruyor. Bundan sonra ne yapacak? Hemen yanıbaşında Hindistan. Çin, Rusya ve Hindistan'ı hayal edin. Dünya ekonomisinin üçte birine tekabül eden bir bloğunu düşünün. Hinterlandıyla birlikte düşünün, Orta Asya ile düşünün bunu. Bunlar açısından baktığınızda, muhtemel sonuçları açısından, kesinlikle önümüzdeki 10 yıllarda bizi çok meşgul edecek bir döneme giriyoruz.
Türkiye formel olarak NATO üyesi ve AB'ye üye olmayan çalışan bir ülke olarak denge politikasına devam edecek. Daha akışkan, melez, geçişken bir soğuk savaş dönemine giriyoruz. Çıkarlar gündeme gelecek. Üç ay öncesine kadar ABD'nin Venezuela tavrını biliyoruz. Otoriter rejim vs. Her tür baskıyı uyguladılar. Şimdi ne yaptılar? Venezuela'ya petrol almaya gidiyorlar. Çok hızlı bir süreç başlattılar. Rusya doğalgaz ve petroluna karşı alternatif olarak Venezuela'yı devreye aldılar. Nerede kaldı peki?
Sistematik baskı yok. Ara ara gündeme getiriyorlar. Neden yaptırım uygulamadığımıza dair gerekçelerimizi dile getiriyoruz. Şu anda Türkiye'nin Rusya'ya yaptırım uygulaması, Türk ekonomisine zarar verir. Bunu niye göze alalım. Türkiye'nin rolünü gördükleri için. Tahıl sevkiyatı, enerji arz güvenliği Türkiye üzerinden olacak. Yarın masaya otururlarsa yine Türkiye'nin kolaylaştırıcılığı ve arabuluculuğu ile olacak. Şu anda Cumhurbaşkanımız en başarılı liderler diplomasisini yürütüyor. Rus oligarklar meselesine gelince, yaptırımları uygulamadığımız için kişilere de yaptırım uygulamıyoruz. Bunlar birtakım gayrimeşru varlıklarını, paralarını buraya getirecekler diye bir şey yok. Batı'da milyarder denenlere Rusya'ya gelince oligark deniyor. ABD'de, Avrupa'da böyle liderler yok mu? Şu olsa bir yere kadar anlarım, falanca şahıs bu savaşı direk finanse etse, mühimmatı temin etse, bu kişiye yaptırımı anlarım. Fakat total olarak bütün Rus işadamlarına bir yaptırım uygulayalım, Rus kanallarını, kurumlarını tıkayalım, bu bir etki yapsın, dalga üretsin, Kremlin tavrını değiştirsin. Buradan negatif etki almak yerine kendi ülkemizi emin bir şekilde hem ekonomik güvenlik anlamında bu politikayı uyguluyoruz.
Bankalarımızı ve diğer kurumlarımızın herhangi bir yaptırıma tabi olmaması için çok hassas yürütüyoruz. Elbette bankalarımızın kredi kullanma kapasitesine zarar getirecek politikanın içinde olmayız tabii. Bu savaş uzadıkça, bu tür maliyetler herkes için artacak. Emtia, enerji fiyatları, bankacılak ve diğer alanlara kadar. Keşke İstanbul'da yapılan ilk müzakere masasında Batılı dostlarımızdan daha fazla destek görseydik. Sessiz kaldılar, izlediler. Barışın önünü açacak girişimlere daha fazla destek vermeleri gerekiyor. Bazıları Türkiye'ye böyle bir krediyi vermek istemedikleri için bu tavrı aldı diye insan düşünmeden edemiyor.
Sayın Zeleneskiy ve ekibini yıllardır tanıyorum. Ben Kiev'e gidip onlarla da görüştüm. Savaş başladığında vatanperver ve onurlu duruş sergilediler. 'Ülkem işgal altında bir yere gitmiyorum' dedi. Zeleneskiy ve ekibine 'Sizi buradan çıkaralım' teklifi yapıldı ama onurlu bir duruş sergiledi. Üç hesap hatası yaptı Rusya. Kiev'i 1 hafta içinde alırız dediler, alamadılar. Kendi ordularına çok güvendiler, tanklarına, toplarına güvendiler. Bu olmadı. Üçüncüsü Batılı ülkelerin kısa sürede ittifak halinde yaptırımlar rejimini uygulayacağını hesap edemediler. Almanya, Fransa gibi ülkeler farklı tutum sergiler diye düşündüler, bu olmadı. Daha sonra destek açıklamaları geldi, süreç hızlı ilerledi. Dönem dönem ben onların da kendilerine verilen sözlerin yerine getirilmemesinden ötürü hayal kırıklığına uğradıklarını biliyorum. Savaşın beşinci ayında hala mevzi kaybediyorsunuz. Batının vaatleri, sözleri nerede? İşgali kabul edelim anlamına gelmiyor bu elbette. Gücünün yettiği yere kadar ülkesini savunacak elbette. Ama verilen sözlerle, oluşturulan iklimle gerçekliği yanyana koyduğunuzda arada büyük boşluk var. Bundan dolayı hayal kırıklığı ve öfke var.
Müzakere yoluyla bu işin çözülmesini istiyorlar ama müzakere mevcut şartları kabul etmek anlamına gelmiyor. 24 Şubat sınırlarına geri dönülmesini istiyorlar haklı olarak. Savaş uzadıkça bu daha zorlaşacak, Rusya'nın işgal ettiği topraklar daha da artacak. 3 ay sonra başka şeyleri konuşuyor olacağız.
Putin hasta diye bir intiba edinmedim. Savaşın hemen başında BBC muhabiri sormuştu bana bunu. Putin'in sağlık durumu iyi değil dendi. Siyasi magazin tarafını bir kenara koyuyorum. İrrasyonel aktör bakışı var. Karşımızdaki aktör rasyonel değil. Bunu ancak ruh sağlığı olmayan birisi yapar. Ona karşı cevabımızın da irrasyonel olması gerekir yaklaşımıdır. Karşımızdakinin asıl meselesinin ne olduğunu anlamak yerine, bu yaptığı saçmalık biz de cevabı anladığı dilden verelim diye. Batılılar işlerine gelmediği yerde, meseleyle yüzleşmek yerine onu irrasyonalize ederek, bir ekibin işi olarak anlamsızlaştırıyorlar, değersizleştiriyorlar. Bu asıl meseleden kaçmak. Putin'in ruh sağlığı yerinde mi falan gibi. Bazen bu tür şeyleri başka ülkelere de uyarlıyorlar. Buradaki asıl mesele, 1997'den beri devam eden süreç var. Soğuk savaş sona erdiğinde, şöyle bir tablonun ortaya çıkacağı tahmin ediliyor hazırlık yapılıyordu. Yeni bir düzende piramidin tepesinde süper güç, onun altında beş altı büyük güç var; Rusya, Çin, İngiltere, Fransa, Almanya. Onların bir altında orta ölçekli ülkeler ve diğer ülkeler. Zaman içerisinde Çin ekonomik olarak piramidin üstüne hızlı şekilde yükseldi. Bir anda dünyanın ikinci ekonomisi haline geldi. Rusya jeostratejik ve askeri olarak piramidi sorgulamaya başladı. 30 yıl sonra yeni denge anlaşması yapalım dedi. Aşağıdan çıkmak isteyenleri bastırmak isüteyenler çatışma yoluna gidelim dediler. Bu Rusya'nın Ukrayna'yı işgalini asla meşrulaştırmaz. Son 30 yılda yaşananlara baktığınızda bunun sebep-sonuç ilişkisi bir illiyet çerçevesinde ele almak gerekiyor. Bu düzensiz düzene haksız düzene biz de itiraz ediyoruz. Aslında bu konjonktür olarak Türkiye'yi büyük güç statüsüne taşıdı.
Biz İsveç ve Finlandiyalı muhataplarımızla iki toplantı yaptık. Ankara ve Brüksel'de. Dün Cumhurbaşkanımızın NATO Genel Sekreteri ile yaptığı telefon görüşmesiyle binaen biz Sedat Önal Bey'le yarın Brüksel'e gidiyoruz. Bize göre müzakere ettiğimiz konuları bir noktaya getirdik. Buradan geri adım atmamız mümkün değil. Oradan Madrid'e geçeceğiz. Salı günü NATO Genel Sekreteri'nin ricası üzerine Cumhurbaşkanımızın katılımı üzerine Türkiye, NATO, İsveç ve Finlandiya zirvesi yapılacak. NATO zirvesinden önce bu zirve olacak. Bu zirveye katılmak pozisyonumuzdan geri adım atacağımız anlamına gelmiyor. Bir müzakere yürütüyoruz. Ben orada Finlandiya ve İsveçli mevkidaşlarıma şunu söyledim; siz 200 yüzyıllık tarafsızlık politikasından vazgeçiyorsunuz, büyük bir paradigma değişikliği yaparak bir askeri konsepte katılma kararı alıyorsunuz. Bu uyumu sağlayabilmek için sizin hem İsveç hem Finlandiya'da çok ciddi değişiklik yapmanız gerekecek. Mevzuat, kanun, Anayasa değişikliği gerektirecek. Aynı değişimi PKK ve onunla iltisaklı olan yapılara karşı göstermenizi istiyoruz. Bu diğer büyük paradigma değişiminden daha zor ve imkansız değil. Onlar birtakım adımlar atacaklarını söylüyorlar. Taahhütlerini not ettik. Taahhütte bulunmakla somut adım atmak arasında fark var. Bunların hepsinin kayda geçirilmesini istiyoruz. Büyük oranda mutabakat sağladık, anlaşamadığımız birkaç konu var. Doğrudan PKK, PYD, YPG gibi yapılara karşı açık ve net tavır almalarıdır. Bu Suriye'deki PYD ile YPG ile ilişkiyi de kapsıyor.
Müzakereleri yürüttüğümüz 25 Mayıs günü, İsveç devlet televizyonu Salih Müslim'le mülakat yayınladı. Türkiye, İsveç'i rehin almak istiyor, İsveç bizi satmayacak gibi açıklamalar yaptı. Ben onlara bunun ne manaya geldiğini biliyor musunuz dedim. PKK'yı terör örgütü olarak gördüğünü söylüyorlar. PKK, PYD'den ayrıdır diye bize bir yalanla gelmeyin diyoruz. Bir paradigma değişikliğine gitmelerini istiyoruz. Kalkacak adam Stockholm'da gösteriler yapacak, terörü romantize edecek, biz buna nasıl evet diyebiliriz ki.
Biz NATO'daki diğer müttefiklerimizle bu konuda anlaşamadığımız için sürekli gündeme getiriyoruz. Aslında İsveç ve Finlandiya ile gündeme gelmesi daha büyük tartışma olsun istiyoruz. Biz NATO'nun dilinden memnun değiliz, PYD, YPG'nin PKK olduğunu hepiniz biliyorsunuz, inkar etmeyin dedik. ABD'nin resmi yazışmalarında PKK'nın PYD'nin uzantısı olduğunu herkes biliyor. Bizim aklımıza hakaret etmeyin. Bu konuda bizi ikna edemezsiniz diyoruz.
Somali'den Libya'ya, Balkanlar'dan Kafkaslar'a, Karadeniz, Balkanlar, Avrupa'nın enerji güvenliğine kadar bütün bu alanlarda Türkiye'yi dışarıda gören, yok sayanların doğru politika izlemesi mümkün değil. Bunu bir kibir, gurur meselesi olarak söylemiyorum. Nesnel bir gerçeklik olarak. Küresel siyaseti belirleyen 10 konunun en az 8'inde Türkiyesiz yol alma imkanınız yok. Buralarda Türkiye'yi yok saymak stratejik bir körlüktür. Türkiye'yi dikkate almayalım dediğinizde kendiniz stratejik kayba uğrarsınız. Biden yönetimi belli konularda bir dağınıklık görüntüsü veriyor. Sadece Türkiye meselesinde değil. Afganistan'dan nasıl çıktıklarını gördük. Rusya meselesinde öyle. Suriye'de ABD'nin izlediği PYD, YPG, PKK'ya destek vermekle Suriye'ye barış istikrar mı geldi? Tabii ki NATO müttefiki iki ülke olarak ulusal çıkarlarımız temelinde devam etmek arzusundayız. İyi yürüyen konular var. Ticari meseleler, F-16 konular var. Anlaşamadığımız FETÖ, S-400, PYD meselesi gibi meseleler var. Türkiye karşı zaman zaman siyasi blokaj, adı konulmamış ambargoları da biliyoruz. Suriye'de bize dönük açık yakın tehdit var. Sınırımızı korumak zorundayız. DEAŞ'ı bertaraf ettik, sınırlarımızdan uzaklaştırdık. Bu bizim kontrol altımızda olan bölgeleri güvence altına almak zorundayız. En az 6-7 milyon Suriyeli bizim sağladığımız güvence ile orada duruyor. İdlib'de sıkışmış Suriyeliler var. 200-300 bin insan konserve gibi dipdibe yaşıyor. Türk askeri İdlib'de güvenliği sağlamasa bu insanların gideceği yer yok, bu yeni bir göç dalgası demek. Şuan ABD, Rusya da PYD ve YPG'yi kullanmak için elinden gelen herşeyi yapıyorlar. Onlar da sıkıştığı zaman ABD ve Rusya ile iş tutuyor. Fırat'ın batısını Rusya, doğusunu ABD'ye bıraktılar. Şimdi bunu Cumhurbaşkanımız sayın Putin'e de söylüyor. Biz Ruslar'la Telrıfat ve Münbiç için 'Buradan PYD YPG'yi çıkaracaksınız' dedik.
Biz kuzey Suriye'ye geçtiğimiz 3-4 yıl içerisinde üç tane büyük askeri operasyon yaptık. Bunları yaparken kimseden izin almadık. Aynı baskıyı o zaman da gördük. Cumhurbaşkanımız 'bir gece ansızın gelebiliriz' diye çok güzel ifade ediyor. Bunu isteyen istediği şekilde yorumlasın. Bize bir tehdit sözkonusu olduğunda değerlendirme yapılır ve gereği yapılır. Biz Suriye'nin toprak bütünlüğünü ihlal edecek hiçbir angajmanın içerisinde olmadık. Biz Suriye tarafında en az 6-7 milyonu bulundukları yerde tutuyoruz. Biz elbette mültecilerin Suriye'ye dönmelerini istiyoruz. Suriye tarafında şartların olgunlaşmasını istiyoruz. Cumhurbaşkanımızın Obama ve Merkel döneminde güvenli bölge çağrısı olsaydı, onbinlerce insan Akdeniz'de hayatını kaybeder miydi? Suriye'de durum böyle olur muydu? O zaman madem ki yapmıyorsunuz, bizim yapacağımız operasyona da ses çıkarmaya hakkınız yok diyoruz. Girmeyeceğimizin garantisi yok, her an olabilir.
Suriye ile şu anda siyasi düzeyde bir temas yok. Sayın Cumhurbaşkanımızın da ifade ettiği gibi istihbarat birimlerimizin dönem dönem temasları oluyor. Ulusal çıkarlarımızın açısından istihbarat birimlerimiz görüşür. Ama bunun ötesinde bir siyasi görüşme yok.
Bu insanları ikna edip, rejimle anlaşma yapıp oraya götürmek kolay bir şey değil. Bu insanlar savaştan kaçtılar, büyük acılar yaşadılar. Bizim çabamız orada güvenli bölgeler oluşturarak, bu insanların hayatını idame ettirebilecekleri ortamları oluşturmak. Afrin, İdlib, Tel Abyap, Resulayn'da. Kendi imkanlarımızla oralarda evler yapmaya çalışıyoruz. Nihai olarak bu insanların dönmeleri gerektiğini hepimiz biliyoruz. Ama bunun insani drama yol açmadan yapmak istemiyoruz. Bazen öyle anlatılıyor ki, özel olarak getirildi, vatandaşlık verilecek, seçimde oy verecekler, yapmayın Allah aşkına!
Kendi ulusal güvenlik ve çıkarlarımızı ilgilendiren konularda ABD'den ve başkalardan izin almadan planlarımızı uyguluyoruz. Karabağ savaşında Azerbaycan'ın yanında durduğumuzda Amerikalılar çok iyi yapıyor musunuz dediler bize. Tam tersine karşı karşıya geldik. Libya'da da öyle oldu. Yeri geldi İsrail'e çakıştık. En büyük baskıyı oradan yemedik mi? O zaman konuşuluyordu, bu iş bitti, şöyle yapacaklar vesaire. S-400 almışız biz NATO üyesi olarak. Bu bizim birinci tercihimiz değildi, Türkiye mecbur bırakıldı. Tercihimiz NATO ittifakı içerisinde güvenlik ihtiyacımızın karşılanmasıydı. Biz herhangi bir tereddüt içinde değiliz dış politikada. Bu herkesle köprüleri atmak, kavga atmak anlamına gelmiyor. Yeri geliyor kuyumcu nezaketiyle oluyorsunuz yeri geliyor elinizi masaya vuruyorsunuz. Daralmalar olur, genişlemeler olur. Belli konularda uzlaşırsınız, bakış açıları değişir. Stratejik mecburiyetlerle size geri gelirler. Biz dış politikamızda acaba ABD ne der, Avrupa ne der diye düşünmüyoruz. Kendi çıkarlarımız neyi gerektirirse. Anlaşabilirsek buyrun beraber yürüyelim diyoruz, anlaşamazsak yolumuzu yürüyoruz.
ABD sadece bizimle sorun yaşamıyor. Körfez ülkeleriyle, Orta Asya, Rusya, Çin'le inişli çıkışlı ilişkilerine bakın. Biz Türkiye açısından baktığımızda daha seçici davranıyoruz. Türkiye'nin ulusal çıkarlarında anlaşabilirsek birlikte yol yürürüz. Anlaşamıyorsak kendi yolumuza devam ederiz. Artık stratejik ortaklık yok araçsal bir ilişki diyenler de oldu. NATO da stratejik ortaklık noktasında attığımız adımlar var. Ama Suriye'de bunun böyle olmadığını ABD politikalarında görüyoruz. Bu sıfır toplamlı bir değil. Bazen en yakın dost dediğiniz ülkeyle yeri geliyor ihtilaf ediyorsunuz.
Diyelim ki Doğu Akdeniz yahut Akdeniz'deki pozisyonunuz. Libya ile anlaşma yaptık, içeriden dışarıdan eleştiri aldık. Bütün itirazlara, baskılara rağmen Türkiye Cumhuriyeti modern tarihinde bir Akdeniz ülkesiyle ilk defa anlaşma imzaladık. Mavi vatan kavramında sınırlarımız nereden çizilmesi gerektiğini açık ortaya koyduk. Libya ile yaptığımız askeri anlaşma bu paketin anlaşması. Oradaki askeri, siyasi ağırlığınızı koruyacaksınız ki, deniz yetki alanlarını Libya'ya kadar uzatabilesiniz. ABD, Yunanistan, AB ile karşı karşıya geliyorsak gelelim. Suriye, Irak ve başka yerlerde bazen tutarsızlık diye aktarılan şeylerin inanın bize karşı tarafın baskı ve eleştirilerinden ibaret.
Batılılarla yaptığım kavgalardan bir tanesi de 'aman gerilim olmasın, istikrar olsun'. Ben de dedim ki sizin istikrar dediğiniz bizim milli çıkarlarımızdan vazgeçmek mi? Siz Yunanistan'a baskı yapıyor musunuz? Gelin Yunanistan'a baskı yapın sonra bizi sorgulayın diyoruz.
Çözüm ve açılım süreci diye bir şey sözkonusu değil. Kürt vatandaşlarımızla PKK'nın arasında bir çizgiyi çizmek lazım. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan bütün vatandaşlarımızın sorunları neyse kanunlar çerçevesinde çözülmesi için uğraşılır. Terör örgütünün, PKK'nın talebi, baskısı, gündemi üzerinden politika belirlenmez. Asla böyle bir şey sözkonusu değildir. Bu ülkenin eşit vatandaşları olarak Kürt vatandaşlarımızın temel haklarının korunması devletin birinci görevidir. Hiç kimse AK Parti iktidarlarının ve özellikle Cumhurbaşkanımızın farklı bir yaklaşımda olduğunu iddia edemez. PKK'nın bir terör örgütü olarak kendi gündemini Kürtlerin problemi olarak sunmaya çalışması Kürt vatandaşlarımıza haksızlıktır bir kere. Terörle mücadele kararlı bir şekilde devam edecek. Hamdolsun çok ciddi mesafeler aldık son yıllarda. Bu kadar kırılganlık, savaş ve göç dalgalaların yaşandığı bir dönemde Türkiye terörle mücadele konusunda muazzam başarılara imza attı. Bu o politikanın bir bütüncül olarak uygulanmasının sonucu. Bir ayağınız Suriye bir ayağınız Libya'da olacak. Karadeniz'de, Akdeniz'de de olacaksınız. Bu ancak böyle olur. Terörle mücadeleden çekmiş bir ülke olarak terörle her türlü mücadeleye içeride, dışarıda mücadele edeceğiz.
Gerçekten ya yanlış anlamalar ya dezenformasyon var. Birçok kişi yasayı okumadan, anlamadan eleştiriyor. Gerçekten bakın, nelerin suç olduğuna bakın. En büyük suistimali ortadan kaldırmak için bir yasal düzenleme. Hepimiz dezenformasyona maruz kalıyoruz. Dezenformasyon çağımızın en önemli sorunlarından biri. Maalesef internet medyası ortamında çok daha kontrolsüz hale geldi. Bu ABD'de de Avrupa'da da sorun. Yasa teklifi çerçevesinde bir dezenformasyon eyleminin suç haline gelmesi için 4 unsurun bir araya gelmesi gerekiyor. Yasayı okusunlar, nesnel bir gözle baksın. Herkes yapıcı katkılarını yapsın. Herkesin kaygılarını giderecek bir yasa çıksın. Bundan doğal ne olabilir?
Bizim Yunanistan'la ilişkilerimiz her zaman inişli çıkışlı oldu. Adaların durumuyla ilgili biraz. Biraz da tarihin empoze ettiği konular. 6-7 yıllık inkıta döneminden sonra istikşafi dönemi başlattık. Gittik, geldik görüşmeler oldu. Yunanistan'la ikili meselelerimizi doğrudan konuşalım. 60 küsur toplantı yapıldı. İkimiz konuşalım diye. Üçüncü aktörleri devreye sokmayalım diye. Deniz yetki alanlarından, Yunanistan'daki Türk Müslüman azınlığın meselesine kadar. Bunlar yürürken Yunan hükümeti tekrar Türkiye aleyhine belli yerlerde oluşan ittifakları arkasına alarak lobi faaliyetleri, kapalı kapılar ardında müzakerelere girdi. Sayın Cumhurbaşkanımız, Miçotakis'e söyledi. 'Üçüncü ülkelerle işbirliği yapıp, Türkiye aleyhine faaliyette bulunmayın, birlikte konuşalım' dedi. Sonuç ne oldu? ABD Kongresi'nde mesajlar. Arka planda yürüttükleri faaliyeti biliyoruz. Bizim buna sessiz kalmamız sözkonusu olabilir. Cumhurbaşkanımız Kıbrıs müzakerelerinde Türkiye her zaman bir adım önde olacak demişti. Biz hep 1 adım önde olduk. Adaların silahlandırılması başlıklardan bir tanesi. Şu anda hukuki zemini hatırlatıyoruz tekrar. 1923 Lozan anlaşması ve Paris Anlaşması'na aykırıdır diyoruz. NATO'da gündeme getirdiğimiz ihlaller var. Gelin karşılıklı konuşalım diyoruz. AB üyeliğini bize karşı niye kullanıyorsunuz? Bunlar dürüstlük ve samimiyete sığmıyor. Bu meseleleri ikili, kendi aramızda, karşılıklı çıkar ilişkisi temelinde çözmek için gelin birlikte gayret gösterelim diyoruz.