KÜÇÜK BİR MUTLULUK İÇİN

Tanıdığım bazı cömert insanların hiç paraları yok. Tam da olması gerektiği gibi. Paramız olmadığında bambaşka bir yaşam tarzı oluyor.

TUĞÇE GÜLÇİÇEK tugcegulcicek95@gmail.com

KÜÇÜK BİR MUTLULUK İÇİN

 Tanıdığım bazı cömert insanların hiç paraları yok. Tam da olması gerektiği gibi. Paramız olmadığında bambaşka bir yaşam tarzı oluyor. Bizim dilimizde “teşekkür ederim” ya da “lütfen” gibi kalıplar yoktur. Çünkü bizden beklenen şey, elimizde olan şeyleri vermemiz ve paylaşmamızdır. 

Günümüzde, “teşekkür ederim” ve “lütfen” demek zorundayız, bir “şeyler” için yalvarmak zorundayız. Eskiden, bir şeyler paylaşmak içimizden gelen duygulardı. Bu bizim kim olduğumuzun bir parçasıydı. Bu durum yalnızca Aborjin halkıyla alakalı değil. Dünyadaki tüm insanların, para kavramından önce aynı şeyleri yapacağını biliyorum. Ancak günümüzde “bu benim!” kavramı var. “Benim” anlamına gelen kelimeler var. Artık “bizim” olan şeyleri paylaşmıyoruz. Bu durum, toplum olarak, ırk olarak bizi öldürüyor. Irk dediğimde insan ırkı hakkında konuşuyorum. Ancak insanları barınma haklarından yoksun bırakıyoruz. Gıda haklarını yok sayıyoruz, hayatta kalma çabalarını yok sayıyoruz sadece para yüzünden. “

 Bir aborjinin konuşmaları bunlar.Aslında yaşam hepimiz için bir yürüyüştür. Başladığımız nokta doğumumuz ve yolun sonu ölümümüz olan, çok uzun görünen ama kısacık bir yolda yaptığımız yürüyüş…

 Bunca felaket, bunca zulüm, bunca haksızlıkla dolu bir dünyada köpekler gibi mutsuz olmanın kolaylığını bildiğim için mutsuzluklarıyla övünenlere fena halde bozulurum. Mutsuz olmak bir marifet değildir. Çektiğin acıları gözler önüne sermemek, büyük kişisel mutlulukların peşinden koşmak, ayıbından vazgeçip küçük mutluluklara sığınmak, onlarla yetinmektir asıl marifet.

Küçük mutluluklar denilen şeyleri doğru dürüst değerlendirmeyi bilirseniz bunların aslında büyük hem de çok büyük mutluluklar olduğunu anlarsınız. Örneğin, bütün bir yaz gününü Anadolu yollarında toz toprak içinde külüstür bir otobüste geçirdikten sonra, akşamleyin küçük bir kıyı kasabasına varmışsınız.

Ucuz bir pansiyonda soğuk bir duş yapıp kumsaldaki kır gazinosuna gidiyorsunuz. İki ayağınız suya değecek biçimde masanızı denize doğru çekiyorsunuz. Garson, beyaz peynirinizi, kavununuzu ve rakınızı getirdikten sonra hiç kimse görmeden usulcacık ayakkabılarınızı çıkarıp bütün gün sıcaktan pişen ayaklarınızın bileğinize kadar serin denize sokuyorsunuz. Ve güneş karşınızda batarken rakınızı yavaş yavaş içiyorsunuz. Sorarım size, büyük bir mutluluk değil mi bu küçük mutluluk?

Bu küçük mutlulukları tadabilmek için, beylik anlamda mutlu olmanız, aile çevresinde huzurlu bir yaşantınız, başarıyla yürüttüğünüz bir işiniz, toplumda önemli bir mevkiniz, bol paranız filan olması şart değildir. Hatta bunlar, küçük mutluluklara zaman ayırmanızı engelleyebilir. Beş duyunuzun olması ve bu beş duyunun tam kapasite çalışması, yani sahiden görebilmeniz, sahiden işitebilmeniz, sahiden koklayabilmeniz, sahiden dokunabilmeniz ve ağzınıza koyduğunuz şeyin tadını alabilmenizdir.

Büyük şeyler sona erer, küçük şeyler baki kalır.Toplum böylesine parçalanmaktansa yeniden bir araya gelmeli. Sadece doğaya bak ve hayatın ne kadar basit olduğunu göreceksin. Bir zamanlar olduğumuz yere dönmeliyiz. Tam da o yanlış tarafa saptığımız noktaya.

Tüm yazılarını göster