SANDIM Kİ!
Covid 19’un evimize konuk olmasının ardından, yeniden yazılarıma dönmek için bir heyecan duymaya başladım. Covidli günlerin hem öncesinde hem de sonrasında diğerleriyle iletişimde, iletişimin bana düşen tarafı da dahil olmak üzere çok muzdarip olduğum bir konuyu gündeme getirmek istedim. Metaforik bir anlatıma gerek duymadan ilk aklıma gelen örneklerden biriyle, sizin de çokça yaşadığınızı ve hatta canınızı sıktığını tahmin etmekte hiç zorlanmadığım bir konuda dertleşmek istedim diyelim.
Katıldığım eğitimlerin birinde katılımcılar üzerinde derinleştikleri konularda bir sunum yapıyor, sunum sırasında da dinleyenlerle interaktif olarak iletişime geçiyorlardı. Herkes sunumunu yaptıktan sonra birbirimize geri bildirimde bulunmak da eğitimin bir parçasıydı. Eğitmen adayı arkadaşlarımdan biri - ki hakkında olumlu izlenime sahip olduğum biriydi- katılımcılardan birinin sorusunu yanıtlarken yüzünde gördüğüm inanılmaz itici ifade onun hakkındaki bütün izlenimlerimi silmeye yetmişti. Aşağılayan, yukardan bakan, yargılayan bu ifade hiç hoşuma gitmemiş ve o arkadaşımın performansına olumsuz geri bildirimde bulunmama yetmişti.
Eğitim sırasında sunumlarımız kayıt altına alınıyordu ve biz katılımcılar sonrasında olumlu ya da olumsuz geri bildirimler hakkında tam olarak açık iletişimin var olduğu bir ortamda tekrar tekrar konuşabiliyorduk. Bu konuşmalar sırasında anladık ki, arkadaşımın aşağılayan ve bana göre itici bakışının açıklaması, onun diğerlerini aşağılayan biri olması değildi. Zaten daha önceki izlenimlerim de böyle olmaması gerektiğini işaret eder nitelikteydi. Batmak da olan akşam güneşi bulunduğumuz binanın çatı katındaki odaya direkt olarak geliyor ve arkadaşımın gözünün içine giriyordu ve onun koyu renk kaşlarını çatmak suretiyle gözlerinin kamaşmasının sonuçlarını yaşıyorduk.
Eğer biz sonrasında konuşmamış olsaydık, bulunduğumuz ortam her şeyin açıkça konuşulmasına olanak sağlayan bir alan olmasaydı. Sanırım onun hakkında kendi gözlemimle ve kendi deneyimlerimin sonucunda oluşmuş kodlamalarımla vardığım bu yargıya sonuna kadar sarılacak ve kendimi ona ve ondan gelecek olan her türlü iletişime kapalı hale getirecektim. Muhtemelen bir daha görüşmeyecek, onun hakkında hissettiklerimi de içimde taşımaya devam edecektim. Neyseki öyle olmadı. Biz konuşabildik. Olabildiğince açık, olabildiğince samimi bir iletişimle kopabilecek olan bağı yeniden kurabildik.
Zihnimiz bir olay ya da durum sırasında nasıl veri topluyor?
Bir olay bir durum hakkında sonuca varırken yaşadığımız zihinsel süreçleri bilmek, insanın kendi zannına körü körüne bağlanmasının önüne geçebilmek için anlamlı olabilir. Bunu bilmekle kalmayıp, süreci öğrendikten sonra vardığımız yargıları test etmeyi alışkanlık haline getirmek için düzenli bir çabaya ihtiyacımız var. Söyleyebilirim ki zaman zaman bu tuzağa düşebiliyorum. Zihnimin beni çoğu zaman yanılttığını, görünenin ötesinde farklı bir gerçekliğin saklanabileceğini unutuveriyorum adeta. Zihnimin tuzağına düşüyor, üzüyor, üzülüyor ve dahası samimi bir ilişkinin yönünü hiç yoktan değiştirmesine katkı sağlıyorum.
En sık yaşadığımız bir durum üzerinden hadi birlikte bakalım, Neler oluyor?
(1.Çevredeki Bilgi ve Deneyimler - Veri / Olay)
Aceleniz var. Hastaneye kısa bir arkadaş ziyareti için uğramanız gerekiyor ve sonrasında yoğun bir iş programınız var. Hastane çevresinde attığınız turlar sonuç veriyor ve boş bir yere nihayet denk geliyorsunuz. Sinyalinizi veriyor, uygun manevra için harekete geçiyorsunuz. O da ne? Karşıdan hızla gelen bir araç o boşluğa park ediveriyor.
(2.Belirli bilgi ve deneyimleri farketme -Gözlem)
-Benim sinyalimi gördüğü halde oraya park etti.
Çok gerildiniz. Bunu ilk kez yaşamıyorsunuz.
(3.Kültürel ve kişisel Anlam yükleme - Yorum / Varsayım)
-Bu şehir iyice çileden çıktı. Kimsenin kimseye saygısı yok.
(4.Varsayım üzerinde inanç geliştirme - Duygu/İnanç)
-Böyle saygısızlara haddini bildirmek gerek. Aptal yerine koyuyorlar insanı. Çok öfkeliyim…
(5.İnançlara uygun davranışı ortaya koyma - Davranış)
Arabayı stop ettirip, ona haddini bildirmek için iniyorsunuz.
Diğer sürücü aracından inmek üzere.
-Ne yaptığını sanıyorsun, beni gördün ve benim yerime park…demeye çalışırken; Adam:
-Çok özür dilerim. Sizi fark etmedim. Eşimin doğuma henüz iki ay varken sezaryena alındığını öğrendim. Ama sizin de aceleniz var sanırım. Ben size yer vereyim…
Panik ve kaygı içindeki adamın hali hiç de oyun gibi durmuyor. Her halinden yaşadığı yoğun duygular görünüyor.
-Ben sandım ki, neyse; başka bir yer bulurum, siz devam edin lütfen, geçmiş olsun…
Bir diğer durum adamın bir açıklama yapmadığı tahmin edebileceğiniz farklı bir diyalog yaşanması da mümkündü. Bu hikayede adam varsayımın aksine saygısız değil, nezaket sahibi panik duygusuyla hareket eden biriydi. Gerçeği öğrenmek davranışı hızlı bir şekilde değiştirmenize sebep oldu.
Sevgili Mentorum Umut Kısa’nın bu durumlar için kullandığı bir metaforu paylaşmak istiyorum. Biri aniden ya da sürekli olarak ayağımıza bassa vereceğimiz tepkiyi canımız yandığında, fena halde canımız sıkıldığında, benliğimize bir saldırı olduğunu hissettiğimiz durumlarda niye vermiyoruz ki? Çünkü varsayıyoruz, öğrenilmiş tepkiler veriyoruz. Bazen canımız çok yansa da susuyoruz. Susmamız öğretildi. Bazen çılgınca yıkıcı tepkiler veriyoruz, hakkımızı söke söke almamız öğretildi. Bir şekilde doğru yanlış öğrendiklerimizle; “pardon ayağınız uzun zamandır ayağımın üzerinde çeker misiniz lütfen” diyebilmek aklımıza bile gelmiyor.
O ayağın orda kasten ve canımızı yakmak için bulunup bulunmadığını yukarıdaki adımları kendi zihnimizde yürüttüğümüz süreçlerle değil de; muhatabımızı da sürece dahil ederek test etmek ilişkilerimizi ve kendi duygu dünyamızı korumamızı sağlar.
Ne dersiniz? Pek de zor görünmüyor değil mi?