TOPLUMSAL SÜREÇ VE MÜZİĞİN ETKİSİ
Şimdi pek çoğunuzun başlığa bakarak entellektüel ve sosyolojik bir yazı beklediğini tahmin edebiliyorum . Ancak amacım kimsenin anlamayacağı terimlerle ya da söylemlerle sizleri boğmak değil. Hatta yazı dilini daha da sadeleştirerek son 40 yıl içinde müziğin Türk insanının üzerindeki etkilerini anlatmaya çalışacağım.
Öncelikle Jodi Picoult’un ‘Seçtiğimiz müzik gerçekte kim olduğumuzu yansıtır’ cümlesini bir kenara not edelim. Yazımızın ilerleyen bölümlerinde bu cümleyle ilgili söyleyeceklerimiz olacak elbette.
İsterseniz yakın dönem müzik kültürüne ve toplum yapısına bir göz atalım.
1960’lı yıllarda Fecri Ebcioğlu’nun yabancı bir müziğe Türkçe sözler yazarak hayat verdiği ‘Bak bir varmış bir yokmuş’ isimli şarkıyla başlayan ve 70’li yıllarda daha da gelişerek devam eden Türk pop müziği kültürünün, kimi kesimler tarafından üretimin sadece söz ağırlıklı olması, müzikal anlamda dışarıdan alınan melodilerin kullanılması sebep gösterilerek eleştirildiği biliniyor. İşte tam da bu yıllar kırsaldan kente göçün yoğun olarak yaşandığı yıllar. Ve belki birazda bunun sonucu olarak Anadolu rock kültürü ve arabesk de yine aynı dönemde gelişerek Türk halkı ile tanıştı. Yani bir tarafta batı melodilerini baz alarak aranjman ağırlıklı müzik yapan Ajda Pekkan, Sezen Aksu, Nilüfer, Zerrin Özer, Hümeyra gibi isimler piyasada yer alırken, diğer yanda Anadolu ezgilerini modernize ederek müzik yapan Edip Akbayram, Barış Manço, Cem Karaca, Üç Hürel,Selda Bağcan, Dadaşlar, Moğollar gibi isimler, Anadolu rock kültürünü oluşturdu. Türk Halk müziği ve Türk Sanat müziğinin Arap melodileri ile karıştırılması sonucu ortaya çıkan arabesk müziğin başlıca temsilcileri olan Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, İbrahim Tatlıses ve Müslüm Gürses gibi isimlerde yine bu dönemde Türkiye’de müziğe yön vermişlerdir.
Bu süreç zarfında gazino kültürü gelişerek toplumsal yapı ve müzik sektörü üzerinde büyük bir etki yaratmıştır. Türk Sanat Müziği elbette başlı başına bir yazı konusu. Ancak, gazino kültürünün en önemli sanatkarları Türk müziği sanatçılarının arasından çıkmış, başını Zeki Müren’in çektiği Emel Sayın, Muazzez Abacı, Bülent Ersoy, Gönül Yazar ve pek çok sanatçı buralarda müzik yaparak sanat yaşamlarını sürdürmüştür.
Buraya kadar verdiğimiz bilgiler pek çoğunuzun da yaşadığı ve bildiği şeyler aslında. İzin verirseniz asıl varmak istediğim noktayı müzikal serüvenin 80’ ler sonrasınıda anlatıp söyleyeyim
80’li yıllar askeri vesayetin ülke üzerinde etkin olduğu yıllar elbette. Bunun doğal sonucu olarak, müzik piyasasında 80’ler siyasi beste ve sözlerinde yükseldiği dönem olarak göze çarpıyor. Protest bir tavır sergileyen akımın temsilcileri o günlerden günümüze kadar müzikal varlıklarını sürdürdüler. Bu müzik tarzına yapılan en büyük eleştiri ise geleneksel Türk halk müziği melodilerini ve sözlerini değiştirerek üzerlerinde yaptıkları oynamalar oldu. 70’lerdeki isimler yeni eserlerle yükselişini sürdürürken, pek çok yeni isimde onların arasına katıldı. Özel kanalların ve özel radyo istasyonlarının açılması ile birlikte, 90’lardan günümüze kadar gelen süreçte devam eden pop müzik furyası ise bugün bütün ülkeyi etkisi altında tutmaya devam ediyor. Başlangıçta büyük bir özgürlük olarak kabul edilen çok kanallı ve çok sesli sistemin yarattığı kültürel deformasyon ve çözülmenin etkileri tam da bu zamanlarda etkisini yoğun olarak göstermeye başladı toplumsal yaşamda.
Birazda işin müzikal ve teknik boyutunu irdeleyelim isterseniz;
Yukarıda da söylediğimiz gibi; 70’lerdeki aranjman kültürü, yani yabancı müzik üzerine Türkçe sözler yazılarak yapılan müzikler bir kısım otorite tarafından eleştiriliyor bugün. Ancak bir realiteyi kabul etmek lazım. Her ne kadar müzikal yapı batı kültüründen alıntılanmış olsa dahi, düzenleme açısından gayet başarılı işlere imza atılmış bu dönemde. Canlı enstrüman kullanımlarında yapılan çalışmalar, bugünün müzisyenleri için bile ders niteliğinde adeta. Yine çok eleştirilen arabesk müzik tarzında, bu topraklara ait enstrümanlar en gösterişli şekillerde kullanılmış ve düzgün düzenlemelerle Türk halkının beğenisine sunulmuştur.
MÜZİK VE TÜRKÇE
Şimdi bir düşünelim.
Son zamanlarda geçmişe dair videolar sosyal medyada sizin de dikkatinizi çekmiştir sanırım. Siyah beyaz videolarda gençlere o güne dair sorulan sorulara verilen cevapların düzgünlüğü, cümlelerdeki doğru kurgulama ve anlatım bozukluklarının olmaması bugün genç kuşakta pek de görmeye alışkın olmadığımız bir gerçek.
Örneğin kendi çocukluğuma gidecek olursam aklıma gelen ilk şey, rahmetli annemin mırıldandığı ‘Kirpiklerinin gölgesi güllerle bezenmiş’ şarkısı olur. Ya da evdeki plaklarda sürekli çalan Erol Evgin, Tanju Okan ve benzeri isimlerin okuduğu şarkıları hatırlarım. Bu dönemi, şarkılarını, müziğini sevip sevmemeniz hiç önemli değil aslında. Asıl dikkatimizi çekmesi gereken husus, adını şu anda yazdığım isimlerin ya da yazamadıklarımın temel ve ortak özelliği. Bu isimlerin hemen hemen tamamı Türkçeyi çok düzgün kullanabilen sanatkarlar. Bakın işin müzikal boyutuna girmedim bile. Sadece, toplum olarak o dönem genç ve çocukların muhatap olduğu müzikal jenerasyonun Türkçesini anlatıyorum. Klasik Türk müziği üstadları tarafından müzikal anlamda üslupsuzlukla eleştirilen ‘ki bu eleştiriye bende katılıyorum’ Zeki Müren’in eleştirmeyeceğim en önemli özelliği sanırım çok düzgün kullanabildiği Türkçesi olur.
Gelelim müzikal yorumuma. Buna bugün konservatuar hocası olan dostlarımızında itiraz edeceğini düşünmüyorum. Konservatuar giriş sınavlarındaki kulak testi çok önemlidir. Özellikle melodi ve ritim konusunda öğrenci adayının sağlam bir müzikal kulağa ve hafızaya sahip olması beklenir. Geçmişte, bu sınavlarda sorulan gayet uzun melodi ve ritimler öğrenci tarafından bir kez duyulduğunda tekrar edilirdi. Ancak özellikle 2000 sonrasında, müzikal kulağı olmasına rağmen melodi ve ritim tekrarlarında adaylar 2 ölçülük bir bölümü bile hafızalarında tutamaz oldular.
Sizce bunun sebebi nedir?
Hemen söyleyeyim. Geçmişin müzik kültüründeki (Gerek pop, gerek Türk sanat müziği, gerekse Türk halk müziği) insan hafızasının zorlayan ve geliştiren melodi ve ritimler, günümüzde yerini en fazla üç akor ve tek ritimle baştan sona kadar giden ve biten bir müziğe bırakmıştır. Doğduğu günden bu güne kadar dinlediği müzik bu olan bir çocuğun, eğer istisnai bir yeteneği yoksa, müzik hafızasının ve kulağının gelişmesine imkan ve ihtimal yok.
‘KÜLTÜREL HAFIZAYI SİLERSEN O TOPLUMU YOK EDERSİN.’
Televizyonunuzu açın şimdi.
Bir müzik kanalı bulun ve dinleyin. Dinlediğiniz müzik tamamen bu toprağın kökeninden uzak, bu toprağın enstrümanlarını barındırmayan, bu toprağın dilini sözlerinde kullanmayan öğeler barındırıyor değil mi?
Ya da şarkılara yazılan sözlerin mantığını çözüp algılaya biliyor musunuz?
Hiç dikkat ettiniz mi;
Yeni nesil müzisyenler bile ellerinde bağlama, ud, kanun gibi enstrümanları taşımaya utanıyor artık. Kökeni asırlara dayanan bir kültürün olmazsa olmazı olan değerler, bugün utanç kaynağı onlar için. Tekrar etmeliyim. Elbette istisnalar çok sayıda var. Ama 80 milyonluk bir ülkedeki istisnalar, devletinde müziğe bakışı sadece ‘kulağa hoş gelen tıngırtı’ düzleminde olduğu için, yani müziği ve kültürü toplumu yönlendiren bir kavram olarak değilde, eğlencelik bir meze olarak gördüğü için, bu toplumun gelişmesinde yeterli sonucu sağlamıyor.
SANATÇIYA VE PRODÜKTÖRE DÜŞEN GÖREV
Emperyalizmin bu uzun vadeli planında bir figüran olmak insanın kendi elinde olmalı. İster sanatçı olun, isterseniz sıradan vatandaş. Geçmiş yıllarda bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki aranjör ve düzenleme ustalarının yerini, bugün evindeki bilgisayarında öğrendiği 3 akorla düzenleme yapmaya kalkan, makam bilmeyen, ton bilmeyen, halk kültüründen utanan ve tek amacı ünlü olup para kazanmak olan bir güruh aldı. Geçmişin iş bilen prodüktör ve yapımcılarının yerini ise parası çok, kültürü az, kabesi ise güç ve siyaset olan insanlar aldı. Bunların değişmesi bu saatten sonra mümkün mü?
Aslında devletin bu olaya ciddiyetle eğilmesi ile mümkün. Ama devlet kanalı olan TRT’de yapılan müziğe ve müzisyenlere bakınca bu umutlarımız her gün biraz daha azalıyor. (Bu da ayrı bir yazı konusu olarak önümüzdeki zamanlarda sizlerle olacak)
Şimdi dönelim yazının başındaki yazar Jodi Picoult’un sözüne ‘Seçtiğimiz müzik gerçekte kim olduğumuzu yansıtır’
Sizce ne demek istemiş?
Bir düşünün bakalım.
‘’Bir bahar akşamı rastladım size’’ den, ‘’Allah belanı versin’’li sürece geçerken bu toplumun her ferdi ne kadar değişti? Bir sosyolog değilim. Ama müziğin toplumsal etkisini algılayabilecek kadarda müzikle haşır neşir sayılırım. Bu toplum değişirken müzikte değişti. geçmişin usta işi sanatının yerini basit melodiler, basit ritimler aldı. Sorulması gereken asıl soru;
‘Toplum değiştiği için mi müzik değişti? Yoksa Müzik ve sanat avamlaştığı için mi toplum değişti?’
Benim fikrim başlangıçta sanatın yozlaşmasının toplumu değiştirdiği. Sonrasında ise bir sarmal gibi bu durumun birbirini tetikler duruma geçmesi.