Vecihi böyle mi anlatılmalıydı?
Yeşilçam'ın en sevilen filmlerinden biri olan “Gülen Gözler”de Şener Şen'in canlandırdığı Vecihi karakterine de adını veren, gerçek bir Türk kahramanının hikayesini anlatan “Hürkuş” filmi, maalesef onu anlatmakta yetersiz kalmış…
Hiç sıkıcı olmayan bir hayat yaşamış, üstelik ülke tarihinde kahramanlık da yapmış bir şahsiyeti anlatan iki saatlik bir film yapıyorsunuz, ama izleyenler kısa bir google aramasında öğrenebilceklerinden daha öteye geçemiyorlar bu karakter hakkında! Gerçekten çok yazık. Önemli işler başarmış, ilginç bir hayat yaşamış gerçek bir kahraman Vecihi Hürkuş. I. Dünya Savaşı'nda bilfiil savaşmış İstiklal madalyalı bir pilot, Türkiye'nin ilk uçak tasarımcısı ve imalatçısı. Aynı zamanda Türkiye'nin ilk sivil hava yolu şirketinin de kurucusu.
Ama filmden anladığımız kadarıyla; er olarak savaşmaya giden Vecihi, içinde bulunduğu tren düşman teyyareleri tarafından bombalanınca pilot olmaya karar vermiş… Komutanlarını da sürekli ‘pilot olmak istiyorum' diye bezdirdiği için bir gün pilot olmasına izin vermişler. Vecihi pilot olduktan sonra özellikle gözükaralığıyla öne çıkmış ve düşman teyyare pilotları bile ona saygı duymuşlar. 20 tane teyyarenin ortasına tek başına dalıp kovboylar gibi ateş ediyormuş! Bütün bunlar gerçek olabilir, ama seyirciyi inandırmak zorundasınız!
Ayrıca biz Vecihi'nin gökyüzündeki kahramanlıklarını tam da anlayamıyoruz. Çünkü teyyarelerin havada kapıştıkları sahneler, kimi efekt kusurlarını örtmek için bulanıklaştırılmış ve çok fazla kısa planlara bölünmüşler. Düşman nedir, -türkçe de konuştukları için- kimdir çok sonra anlaşılıyor mesela. Zaten bırakın düşmanı, ana kahramanımızı da çok tanıyabildiğimiz söylenemez.
Gençler sıkılmasın diye karakteri maceradan maceraya atlayan heyecanlı bir ergen gibi göstermek zorunda değilsiniz oysa. İçini onun psikolojisini yansıtacak cümle ve durumlarla doldurmadan, karaktere hareket aldırmak için onu sürekli içinde “vatan için”, “vatan koruması” kelimelerinin geçtiği repliklerle donatmak değildir diyalog yazmak.
Yazdığımız senaryoların da psikolojileri vardır ve onlar da insan psikolojileri gibi olmalıdır. Bizi biz yapan şeyler açıkça dile getirdiklerimiz değil; bizi güdüleyen sırlarımızdır, çelişkilerimiz ve paradokslarımızdır. “Hürkuş” bize kişiliği hakkında hiçbir fikir vermeyen dümdüz bir Vecihi sunuyor. En bariz özelliği olan uçma tutkusunun bile altını dolduramadığı gibi diğer hiçbir duygusunu da betimleyemiyor.
Yönetmen Kudret Sabancı'nın çizgi roman ve western kültürüne olan hayranlığı ve tutkusu bilinir. I. Dünya Savaşı sırasında yaşanan bir kahramanlık hikayesini bir western filmi gibi tasarlamak da kağıt üzerinde güzel bir fikir. Ama madem western türüne yakınlaşılıyor, türün büyük klasiklerinde böyle ders kitabı diyaloglarına, böyle zayıf bağlarla bağlanan karakterlere rastlanıyor mu hiç bu kadar? Keşke filmin biçimsel yönlerine kafa yorulduğu kadar senaryosu üzerinde de çalışılsaymış biraz daha. Mesela ikide bir araya giren, Vecihi'nin torunuyla kız arkadaşının bölümleri, hikayenin akıcılığını ciddi anlamda zedeliyor. Filmde hatırı sayılır yer tutan Vecihi'nin yılan adasındaki kaçış serüveninde de, sonrasında işgalci İngiliz askerlerinden uçak kaçırma hikayesinde de sahneler sündükçe sünüyor. Aşk hikayesi ise olsun diye konmuş hissiyatını bir türlü aşamıyor. Ana akım filmlerimizin düştüğü en büyük zaaflardan biri olan, neredeyse her sahnede hiç susmayan müzik kullanımı bu filme de damgasını vurmuş üstelik… Sergio Leone filmlerinin müziklerini andıran western müzikler, ilk başta ilgi çekiyor ama sonra durmak bilmiyor.
Sonuç olarak, yine iyi anlatılmayı hakeden tarihi bir kişiliğimiz eksiği gediği bol bir filmle daha harcanmış oluyor böylece…
1,5 yıldız
Hürkuş: Göklerdeki Kahraman
Yönetmen: Kudret Sabancı
Senaryo: Savaş Korkmaz
Oyuncular: Hilmi Cem İntepe, Gizem Karaca, Ali Nuri Türkoğlu
113 dakika, 7+
ARADIĞIMIZ HAN SOLO'YA ULAŞAMADIK
Benim kuşağımın “Star Wars” filmleriyle kurduğu ilişki bambaşkadır. İlk “Star Wars” filmini tek kanallı televizyon döneminde sinemada çocukken izlemiş birinin Han Solo karakteriyle kurduğu empati de çok özeldir. Sistem dışı bir karakter oluşuyla, sempatikliği, kaos ortamlarındaki kimi zaman cüretkarlığı, kimi zaman da savsaklığıyla bize çok renkli bir karakter tanıma zevkini yaşatmış bir karakterdir. En başta sadece kendini düşünen ama olaylar geliştikçe başkalarını da umursamayı öğrenişine şahit olmuştuk orijinal üçlemede. Elbette Harrison Ford'un karakterini ele alış tarzındaki samimiyet de önemli. Hiçbir zaman üstün yetenekli bir oyuncu olarak kabul görmese de Ford'un renkli bir aktör olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Han Solo'ya kattıkları da bellidir, burada şimdi uzun uzun yazmaya pek de gerek yok.
Yeni nesillerin “Star Wars” evrenine ait daha çok film izleme isteği, elbette Hollywood'un eski kaynaklardan yeni gelir kapıları çıkarma politikasıyla da örtüştüğü için artık neredeyse her sene yeni bir “Star Wars” filmi izler olduk. Seriyi yeni kuşak karakterlerle yürütmenin dışında; aynı evren içinde, bazen ana kahramanların da içinden geçtikleri küçük yan hikayeler de sunmaya başladılar ki zamanında çeşitli yazarlar en azından kitaplarla sürdürüyorlardı bunu.
Bu kararın ilk ürünü olan 2016 yapımı “Rogue One” nefis bir başlangıç yaptı doğrusu. Kimsenin en başta çok da hayal etmediği güçte bir filmdi çünkü. “Solo” filmini de benzer bir umutla beklemeye başlamışken daha çekimler sırasında gelen haberler pek de iç açıcı olmadı. İlk açıklanan yönetmenlerin (“Lego Filmi”nin yaratıcı yönetmenleri Phil Lord ve Christopher Miller) karşımıza eğlenceli ve parlak fikirlerle dolu bir Solo çıkaracaklarını bekliyorken, filmografisinde hiç bu karakterde bir gişe filmi barındırmayan Ron Howard'ın yeni yönetmen olarak atanması sürpriz oldu.
Ron Howard elbette iyi bir yönetmen, ama “Star Wars” evreni bazı standartları aynen korumayı gerektirdiği gibi bugünün sineması içinde onca yapılmış, denenmiş fikrin içinde yine de yenilikçi ve dünyanın gidişatıyla ilgili anlamlı dokunuşlar isteyen bir evren. Ayrıca baş karakterinin Han Solo olduğu bir filmden başka ekstra beklentiler de vardı.
Han Solo'nun ana hikayenin dışında kalan gençlik hikayesinin her zaman heyecanlı, komik ve eğlenceli kaçakçılık yıllarıyla geçtiği sezdirilmişti ilk üçlemede. Dolayısıyla insan son derece keyif verici, eğlenceli bir Han Solo macerası bekliyor. Ancak önümüzdeki film yönetmen değişikliğiyle vahim bir kazaya uğramış gibi sanki!
Daha ciddi bir Solo
Malumunuz, özellikle de süper kahraman filmlerinin en karanlık olanları genç kitleler tarafından el üstünde tutuldukça, Hollywood'un bu tip büyük gişe filmlerindeki eğlenceli hikaye anlatma eğilimleri de azalıyor. Han Solo filminin de bu kadar karanlık mekanlarda geçen, az esprili ve eğlence sosu minimumda tutulmuş ciddi yüzünü başka türlü açıklayamayız sanırım. Genç Han daha filmin en başından itibaren eğlence dozu düşük tatsız bir kovalamacayla başlıyor macerasına. Bir dönem imparatorluk için asker olarak görev alsa da, uçma arzusu onu Tobias Beckett adlı bir kaçakçının ekibine katılmaya yönlendiriyor. Tabi ki her zaman bu hikayelerde bir ‘kız meselesi' de vardır. Han Solo'nun bundan sonraki bütün hareketlerini etkileyen Qi-ra adlı genç kadının da içinde olacağı bir maceradır bu.
Han Solo'nun kadim dostu Chewbecca ile tanışması yine son derece karanlık bir sahnede gerçekleştikten sonra filmin en güzel aksiyon sahnesini izliyoruz. Bu heyecanlı tren sahnesi konum olarak filmin yanlış yerinde olduğu hissi yaratıyor. Çünkü sonraki aksiyon sahneleri, final dahil o sahneden güçlü değil. Solo'nun Qi-ra ile olan ilişkisinde de bir yarım kalmışlık var hep. Seyirci bir türlü bağlanamıyor bu ilişkiye. Finalde üstüste yaşanan bazı değişimler de hikayeyi ilginçleştirmesi açısından doğru hamleler ama öncesinde senaryo Beckett'ı tam bir baba figürü haline getirmediği için yeterince etkili olamıyor.
Elbette Alden Ehrenreich bir Harrison Ford cazibesine sahip değil, ama eski Solo'yu sıkı çalışmış, en azından onun tavırlarını, beden dilini elinden geldiğince devam ettirmiş. “Game of Thrones”un Khaleesi'si Emilia Clarke, Qi-ra karakterinde senaryoda tam işlenemediği için de varlık gösteremiyor. Woody Harrelson gibi iyi bir aktör Beckett rolünde daha iyi değerlendirilebilirdi. Eski üçlemede Billy Dee Williams'ın canlandırdığı Lando'da Donald Glover ise durumu gayet iyi idare etmiş. Hatta filmin en başarılısı bile denilebilir.
Film boyunca peşinde koşulan değerli madenin ana hikayeye zorla bağlanmaya çalışılması, köleliğe karşı yapılan göndermelerin öyküde figüran gibi durması da alınan bu ciddi olma kararının getirileri olsa gerek! Oysa genç Han Solo'nun filmi Indiana Jones filmlerindeki gibi inişleri çıkışları olan, uzayda geçen eğlenceli bir western filmi gibi olmalıydı. İki seride de senaristlik yapan Lawrence Kasdan'ın varlığına rağmen böyle olamıyorsa gerçekten yazık…
2,5 yıldız
Han Solo: Bir Star Wars Hikayesi
Solo: A Star Wars Story
Yönetmen: Ron Howard
Senaryo: Jonathan Kasdan, Lawrence Kasdan
Oyuncular: Alden Ehrenreich, Woody Harrelson, Emilia Clarke
135 dakika, 7+
TANIDIK BİR KASABA
Yönetmen Tayfun Pirselimeloğlu'nun; zamansız ve mekansız ama alabildiğine alegorik bir mantıkla oluşturduğu yeni filmi “Yol Kenarı”, devlet tarafından kendi kaderine terk edilmiş gibi görünen bir kasabanın insanlarını anlatıyor. Belediye başkanı, emniyet müdürü, bürokratı ve tüm ahalisi kasabanın çeşitli yerlerinde meydana gelen kundaklama olaylarından, kıyıdan biraz uzakta hiç gitmeyen ve birtakım sesler, sinyaller yayan bir geminin varlığından şikayetçidirler. Zaten kasabanın nüfusu da hayli azalmış. Kalanlar da bütün bu yaşananları kıyamet alameti olarak görmekteler. Hatta kasabanın kahvesinde işe başlayan genç bir adamın da mehdi olmasından şüphelenmektedirler.
Pirselimoğlu, “Ağlayan Çayır”, “Sonsuzluk ve Bir Gün” ve “Ulis'in Bakışı” gibi ölümsüz Angelopoulos filmlerinde de çalışmış görüntü yönetmeni Andreas Sinanos'un usta işi siyah beyaz görüntüleri eşliğinde kurduğu bu kasaba atmosferiyle bugünün Türkiye'sinin alegorik bir portresini çiziyor elbette. Çocuk tacizleri, kadın düşmanlığı, polis şiddeti, yozlaşma ve derin devlet ilişkilerinin de bu alegoride yeri var. Ancak Pirselimoğlu biçimsel olarak başarıyla kurduğu dünyayı karakterler yönünden aynı sağlamlıkta inşa edemiyor. Elbette bu derece distopik ve yer yer fantastik öğeler taşıyan bir filmde yüzde yüz gerçekçi karakterler beklemek pek de doğru değil. Ama “Yol Kenarı”nın karakterleri fazla gizemli ve abartılı absürt hareketlerde bulunmaktalar. Zaten sembollerler ve kapalı bir anlatımla yürüyen hikaye bir süre sonra yormaya da başlıyor. Yormasının sebebi anlaşılma zorluğu değil, bu konuda bir sorunu yok filmin, hatta yönetmenin ne söylediği fazla bile bariz. Zaten son yıllarda sinemada çok sık karşımıza çıkan, ‘aslında insan olarak hepimiz çok kötüyüz' mealindeki mesajını açık ve net bir şekilde veriyor. İlle de bittiğimizi anlamak için, sûr borusundan üflenen o sesi duymamıza gerek yok yani! Zaten bir döngünün içinde hapsolmuş gidiyoruzdur, belki de bizim kıyametimiz zaten yaşadığımız bu hayatın ta kendisidir!
Pirselimoğlu defalarca farklı şekillerde de olsa anlatılmış olan bu hikayeyi hayli uzun ve ağır bir biçimsellikle anlatıyor. Seyircinin herhangi bir karaktere yakınlık hissetmesini de istemiyor. Belki bu yapı 90-100 dakikada halledilebilmiş olsa seyirci üzerinde daha etkili olabilirmiş film. Ama iki saat biraz yorucu bu üslupta bir film için.
Rol aldığı her filmde etkileyici performanslar gösteren Tansu Biçer, kasabaya çalışmaya gelmiş genç adam rolünde, içinde yer aldığı her filmde olduğu gibi yine çok iyi. Karakterinin belirsizliğini ve tedirgin halini ustalıkla yansıtıyor.
3 yıldız
Yol Kenarı
Yönetmen: Tayfun Pirselimoğlu
Senaryo: Tayfun Pirselimoğlu
Oyuncular: Tansu Biçer, Taner Birsel, Ercan Kesal
120 dakika, 13+