ZAMANIN İÇİNDEN...
Onlarca hayat var. Herkesin başka başka hayatı. Zaman geçtikçe yüzlercesi, yanımızdan geçip gidiyor. Bazıları çok yakınken, bazıları ise çok uzak bizlere. Çoğunluk hiç tanımadıklarımız belki de.
Hayat bazen kolumuzdan, yakamızdan tutarak geçiyor. Bazen de âdeta sarılmak için boynumuza uzanarak… Ama yine de geçip gidiyor işte. Durmuyoruz. Duramıyoruz. Durduramıyoruz zamanı.
Yapılacak ne çok işimiz var oysa. Hep çok, hep var... Hiç bitmiyor işlerimiz. Yaşanacak bir hayli şeyimiz var.
Peki gerçekten zamanımız var mı tüm bunları yaşamaya?
Aslında zamanımız bir hayli kısa ve sınırlı. Hep bir yok oluşa şahit oluyoruz çevremizde de. Bir burukluk ve üzüntü oturuyor yüreğimize.
Bize yakın ya da uzak başka başka hayatların yanımızdan geçip gidişinin burukluğu oluyor bu. Oysa bunlardan daha buruk olanı ise, kendi hayatımızın da geçip gidişi. Geçip giden bizim hayat olsa da bir şey yapamıyoruz durdurabilmek için.
Bizi biz yapacak olan ve kendi hayatımızı da daha yaşanır kılan asıl şey, yanımızdan geçip giden bu hayatlar oluyor çoğu zaman. Keşke anlayabilsek layıkıyla. İşte onları anladığımız an, kendimizi de yeterimce anlayabileceğizdir belki de. Aynamız gibi oluyor bizim için çevremizdekiler aslında.
Şimdi her şeyi hızlandırılmış bir vaziyette yaşıyoruz sanki.
Zaman hızla akıp giderken; herkes de kendince akıp gidiyor zamanın içinden.
Kimi pek zorlu çetrefilli yollarda buluyor kendini, kimiyse pamuktan bir sığınak yapıyor kendine.
Kimi gamsız. Kimi hırçın....
Kimi iki yüzlülük maskesini takıp tüm acılarını içine gömerek kahkaha atıyor en içten haliyle.
Kimiyse yaşadığı acıların hesabını soruyor tüm öfkesiyle. Binbir çeşit halimizle dokunuyoruz birbirimizin anılarına, acılarına, özlemlerine, bekleyişlerine, sevinçlerine, mutluluklarına... Unutulmak yahut hep hatırlanmak istenen anılar bırakıyoruz geride belki de. Bazen kızgınlık hali oluşturuyor anılar.
Bazen ise gülümsetiyor çehrelerimizi... Zaman zaman ise pek bir acı gülümseyişler iniyor yüzümüze...
Hayat çok acı vermiyor aslında görmezsek bir adım ötemizi. Nehrin karşısını görmezsek, sokağın arkalarından gelen seslere aldırmazsak, çölden gelen fırtınaya kapatırsak gözümüzü, ağlayan bir çocuğun gözlerinden kaçırırsak kalbimizi ve bir trafik kazasından sakınırsak kendimizi çok da acı vermiyor gibi geliyor, hayat bize.
Sahi, nasıl da uçup duruyor takvim yaprakları böyle?
Hayat öyle ya da böyle geçiyor işte. Durmuyor. Duramıyor. Ve durduramıyoruz istesekte...
Bir enkazın altında kalıyoruz sanki. Ve bu enkazın altından çekip çıkarmadıkça kendimizi hep bir burukluk oturacak yüreğimize. Ölmeden ölmüş olacağız belki de. Ölüm eski bir şarkı gibi dolanıp duracak aramızda. Duyar duymaz boğazımıza takılan bir içli şarkı gibi olacak belki de.
Hayattayken, ölüm henüz kapımıza gelmemişken, sevdiklerimizi bizden ayırmamışken durup bir düşünelim mi?
Paslanmış kalplerimizi onarsak...
Kirlenmiş gönül pencerelerimizi temizlesek...
Ve olur olmadık şeyler için üzdüğümüz sevdiklerimizden af dilesek...
Arındırsak kendimizi tüm kötü hasletlerden...
Ve öyle baksak hayata ne güzel olur.
İşte o zaman çevremizdeki her bir güzelliği görebileceğiz. Ve şükretmeyi öğreneceğiz her halimize. Bir demir kendi pasıyla nasıl yok ediveriyorsa kendini, bunun gibi biz de olumsuz düşünceler içinde yok ettik kendimizi. Şimdi ise bir çekidüzen verip yenileyeceğiz kendi kendimizi. Tükenmeyeceğiz olumsuzluklarla.
Hayat nasıl da geçiyor hızla. Bir bir sevdiklerimiz eksiliyor etrafımızda belki de. Bir bakmışız ki yalnız başımıza kalakalmışız yaban ellerde. Ve gidenlerin arkasından öylece bakakalıyoruz. Gözlerimiz dalıyor uzaklara. Arkalarından bakakalışımız özlemimizdendi aslında.
Oysa bir gün hepimiz geçip gideceğiz buralardan. Ama öyle, ama böyle...
Ölüm her zaman var. Hayatımızın bir parçası. Ve hayatımızın en büyük gerçeği...
Her şey değişse de ölüm değişmiyordu hiçbir zaman. Ve ölüm ölmüyordu. Ölüm hepimiz için aynıydı da. En güzeli de ölüm hepimiz için eşitti...
Şüphesiz en büyük bahtiyarlık, buralardan çekip gittiğimizde geride hoş sada bırakabilmek olacak.
Gelin birlikte hoş sada bırakanlardan olmaya çalışalım. Hemen ve şimdi. Geç olmadan...
Zaman geçiyor. Ne çare durmuyor, durduramıyoruz...