ARTUR
Mayıs ayında bu sütunlarda yayımlanan ‘ Haçiko ‘ başlıklı yazımı tekrar okurken iki damla yaş süzüldü sol gözümden yüreğime.. Lakin; kahramanlarının farklı kaderleri bir yana bırakılırsa ben de benzer bir yaşanmışlığın içinde yer almıştım. İlgili yazıda Profesör Ueno sessiz gemiye binerken, benim hikayemde Artur yoldaşlık etmişti profesöre, ben hayattaydım!.
İnsan yaşamı sürprizlerle doludur. Olgunluk ise; o sürprizlerin hiç birine şaşırmadan yaşamın akışında var olabilmektir..
2016 yılının ilk çeyreğinde büyük bir sarsıntıyla alt üst oldu her şey. Yaşamı bir bavula sığdırmanın ferahlığını yaşarken; diğer yanda yeni oluşan zorlu koşullarla cebelleşmekteydim..
Kıvırmayı hiç sevmem,kaçtım.. Başım her dara düştüğünde kaçtığım yerdeydim.
Bir iki hafta kötü hava koşullarına uygun hiç giysim olmadığımdan dışarıya bile çıkmadım. Bir can yoldaşımın tütün,rakı ve temel gıda takviyesiyle hayatta kaldım. Kimse bilmez!.
Havalarla birlikte beni ilgilendiren çalkantılar durulmaya yüz tuttuğunda iki kez gelip İzmir’e dayanamayıp tekrar dönmüştüm geriye.. Madden ve en önemlisi manen çökmüş yüzümü kimsenin görmesini istemiyordum.
Nisan yerini mayısa bıraktığında hala pusulasız bir tekne misali sürtüp duruyordum Ege’nin maviliğnde. ‘ Kardeş kardeşi atmış, yar başında tutmuş ‘ derler; ağabeyleri olduğum iki kız kardeşim sürekli merakta ve dertteydiler. Tee temmuz başına dek duymazlıktan geldim.
Tek ihtiyacım olan desteğin şefkatli kollarına 2 temmuz günü döndüm, İzmir’deydim. Benim için düzenledikleri dört başı mamur eve yerleştim.
Bitiktim.. Üst kattaki kardeşim merhum Doğan Cüceloğlu’ndan belki de fazlasını yapıyordu. Yaşamımı sığdırdığım bavulumu açıp çıkanları yerleştirdi. Her gün onca merdiveni inip yemek getirdi. O yemekleri bitirip bitirmediğimi aylar boyunca kontrol etti.
Üçüncü gün bahçeye açılan kapımı açtığımda tam karşımdaydı. Bebekliğini bilirdim haytanın da; şimdi karşımda duran elliyi aşan kilosu, boğazındaki dışa dönük çivilerle tasması ve kırçıllı siyah derisiyle adeta bir canavardı. Geciktin der gibi patisini uzattı. İki adım atıp oturdum; O da!. Kimseye ama hiç kimseye anlatamadığım son üç ayımı kapının tam karşısındaki çeşmenin altında anlattım, dinledi..
O gün milattı!.
Yemeği, suyu, arada başının derde girdiği keneler falan.. Bana aitti sorumluluğu..
Üç yıl boyunca kapımı her açtığımda karşımdaydı. Taaki o uğursuz güne dek!
Derince kazdığım çukura sadece bedenini değil en zor günlerimin sırdaşını da bırakmıştım yavaşça..
Üzerine attığım her kürek toprağın yüreğime saplanan bir hançer olduğuna inanır mısınız?
Neyse! İki ayrı gerçek hikayenin tek yaşayanı olarak selamlıyorum sizleri.
Eminim; Profesör Ueno, Haçiko ve Artur da selamlamakta herkesi…