ERDOĞAN  TAMER

Yazılı basın tarihimizin duayen isimlerinden Erdoğan Tamer’i tanıma ve sohbet etme fırsatını yakalamış biri olarak gurur doluyum. Ulus başta olmak üzere çeşitli gazetelerde çalışmış ve Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü’nde ‘ Genel Müdürlük ‘ dahil çeşitli görevlerde bulunmuş Tamer’i 2000 yılında kaybettik. Dostum Sedat F. Doğan kitaplığını karıştırırken merhumun 30 yıl önce daktilo ettiği bir yazıyı bulmuş. Orijinalini ve üzerinde çalışarak temize çekilmiş halini gönderdi. Öngörülerle bezeli yazı o günlerden yaşadığımız çağa hatta sonrasına  ışık tutar gibi.

Çok okuyan bir toplum değiliz. Bu doğrultuda genelde kısadır yazılarım. Bugün bir istisna yapıp merhumun otuz yıl önce kaleme aldığı bu müthiş yazıyı paylaşmak istiyorum. Üstelik 20 nisan doğum günü. İyi ki doğdun Erdoğan Amca ve iyi ki tanıdım seni. Ruhun şad olsun…

 Gezegen  Toplumuna  Doğru

 Önümüzdeki on yılların Seçkinler Yüzylı’nı oluşturacağı görülüyor sonunda. Gezegen Toplumu’na ulaşılması doğaldır. Böyle bir toplumun temel özelliği kuşkusuz kalıplarla kendisini sınırlandırmamış, yeni düşünceler üreten ve bunları uygulamaya sokabilen bireylerden yapılanması olacaktır. Kendilerini sürekli aşabilen bireyler toplumu. Doğanın varlığını ve dengesini koruyarak insanoğlunun yaşamını daha da güçlü sürdürmeyi amaçlayan bir toplum.

İnsanları bölümleyen ideoloji gibi kavramların durağanlığında anlaşmış; yaratıcılıkta mutluluğu arayan bir gezegen ulusu. Dünyada ya da başka bir gezegende.

Daha şimdiden, örneğin ABD’de Joel  Kotkin gibi yazarlar böyle bir topluma dönüşümün koşullarını düşünüyor.Bu, bir fantezi olarak mı kalır? Gelişmelere bakılırsa hayır!. Son örnek olarak Gorbaçov’un ortaya çıkması da gösteriyor ki; insanın doğası belli bir sisteme hapsedilmeğe elverişli değildir, duvarlara katlanamıyor. Daha otuz yıl önce Martin Luther’e dayanamayan ABD’nin bugünkü başkanı ırk birliğini ve fırsat eşitliğini övüyor. Ayrımcılıklara karşı çıkıyor. Din birliğinin de yeterli olmadığını Hristiyan Avrupa daha önce yaşamıştı. Günümüzde Müslüman Araplar yaşamakta. İnsan beyninin zorladığı ve vazgeçemeyeceği  gelişme azmi yatay bütün oluşumları aşıyor. Gelecek, dikey yükselişlere açık görünüyor. Ama kimler için?

Artık dünyada beş veya altı milyar insanın yaşıyor olması artı değer getirmiyor. Nüfusun on milyarı aşacağı bilgisi ise kimilerini sadece korkutuyor. İnsan değerinin nicelikle yani sayıyla değil nitelikle ölçülmesi aşaması çoktan başladı. Bu yüzdendir ki çifte standartlar daha da belirginleşiyor.

Bundan on altı, on yedi yıl önce Roma Klübü üyeleri ; örneğin Hindistan’da yaşayan o kadar milyon kişinin kendilerine ve dünyaya ne sağladığını tartışmamışlar mıydı? Önümüzdeki on yıllar, anlaşılıyor ki gezegenimiz üzerinde tüketimden pay alanların üretime katkılarının ne olduğu hesaplarını daha da yoğun olarak gündeme getirecektir. Özellikle, merkezi Kuzey Amerika’da bulunan ekonomi-finans devlerinin çeşitli senaryolar üretmeleri  şaşırtıcı olmayacaktır.

Gelişmekte olan ülkelerin artan ve 996 milyar doları aşan borçları. Çok borçlu 46 ülke. Düşük gelirli grup toplulukları. Buna karşılık ABD’de 1984-1988 arasında artan ticaret açığı.  Başlıca sermaye ihracatçısı iken sermaye ithali durumuna girmesi.Dünya ekonomisinin son on beş yılda daha yavaş büyüme yaşaması gibi durumlara çare arayanlar hiç de az değil.  Avrupa’daki kimi yöneticilerin bu hesapların belirmeğe başlamasından tedirginlik duydukları görülüyor. Avrupa, ‘’ Eski Dünya ‘’ olmaktan kurtulmak istiyor. Fakat bunu başaracağı kuşkulu. Zira yöneticilerden çoğunun ve toplum beyninin hala değişimin özünü fark edemediği, Hristiyanlık ya da köken gibi sınırları aşamadığı gözleniyor. Bir çelişki gibi algılansa da böyle yöneticilerin ve toplumların varlığı, sonuçta, yapacakları bağnazca yanlışlardan dolayı gezegen toplumunun oluşumunu yavaşlıktan kurtaracak  gerçeğine, artan enerji  ihtiyacının yarattığı sorunlar ve ozon tabakasındaki bozulmayla doruğa ulaşan çevrenin korunması  zorunluluğu eklendi. Bunların yanında, ABD’de 2000’li yılların su sorununu da öne çıkaracağı şimdiden belirtiliyor. ABD, Japonların ‘’ Sokojikara ‘’ dediği güç birikimine en çok sahip ülke.

Bu güç birikiminin üç temel kaynağı var:

Düşünce üretiminde  zengin bir topluluğun varlığı
Toplumda ve bireyde girişimci anlayışın egemenliği
İşletilen doğal kaynakların zenginliği.

Avrupa’nın ya da Japonya’nın yeni göçlere kapalı olması; buna karşılık ABD’nin çeşitli ülkelerden seçkin beyinleri çekmesi ve bazı sorunlar yaratsa da yeni göçlere sınırlarını açık tutarak topluma taze güç sağlama siyaseti, onu, bu farklı duruma getirdi.

Kanımızca, bu nedenlerden dolayı ‘’ Gezegen Toplumu ‘’ kavramı öncelikle Kuzey Amerika’da yeşeriyor.

 Bütün bu bilgiler  ‘’ Biz ne yapmalıyız ? ‘’ sorusunu karşımıza çıkarıyor.

İsmet İnönü, ‘’ Yeni bir dünya kurulur, biz de orada yerimizi alırız ‘’ demişti. Bu sözdeki amacı çok daha aşan nitelikte yeni bir dünyanın kurulma sürecine girdiğimiz görülüyor. Bunu dünyada ve bizde de bir çok yöneticinin tam algılayamaması durumu değiştirmez. Bu satırların yazarı dahil, çoğumuzun yeni yapıyı yaşamayacak olması da hiç önem taşımıyor.

Türk Toplumunu, çocuklarımızla ve torunlarımızla geleceğin dünyasında var kılabilmenin koşullarını hazırlamağa çalışmak, elbette vazgeçilmez bir görevdir.

Açıktır ki, biz bugün dünyaya yük olan bir toplum değiliz. Nüfusumuz dünya nüfusunun Yüzde 1,06’sı kadar. Ürettiğimiz buğday yüzde 3,63’ü. Çelik üretimimiz yüzde 1,02’si. Hindistan’ın nüfusu bizden ondört kat fazla olduğu halde ürettiği buğday bizim ürettiğimizin iki buçuk katı bile değil. Birçok alanda, çok ülkeden güçlüyüz. Fakat çok daha güçlü olanların artan ihtiyaçları geleceğin darboğazlarını dokuyup duruyor. Öyle ki, insan hakları söylevleri bile, beyinlerinde insan değeri üzerine geliştirdikleri çifte standartları örtmeğe yetmiyor. O halde yapımızı ciddi olarak irdelemek zorundayız.

Üst yapı konuları çok yazık ki yıllardan beri toplum beynine egemendir. Politik, ekonomik ya da magazin, aktüalite, en değersiz dedikoduları bile ihmal etmeden koca bir toplumun zamanını ve gücünü eritmektedir. Böylece, kitle iletişim organlarımız dahil toplumuza öncülük yapacak güçler farkında olmadan da olsa temel yapı konularını gündeme almamayı sürdürüyor. Çağdaş düşünceye ve bu düşünceleri yaratacak güçlü beyinlere kavuşma azmi bir türlü gündeme gelemiyor. Ar-Ge harcamaları hala milli gelirin yüzde üçü dolayında. Üreten beyinlerden oluşmuş dinamik bir toplum yaratmanın ne kadar ivedi bir konu olduğu hatırlanmak istenmiyor.

Her yıl, çoğu eskimiş bilgilerle yüzbinlerce genç insan sözde eğitiliyor. Bunlara lise mezunu diploması da veriliyor ve sonuçta üniversite sınavını kazanamadı diye boşlukta bırakılıyor. Toplumun gelecek on yıllar için aldığı yara, çeşitli aktüalite dedikoduları arasında unutuluyor. ‘’ Gelecek ‘’ düşüncesi yerine ‘’ Geçmiş ‘’ ağırlığını koruyor.

Başlıca toplumsal güç kaynağı olan insanı, geleceğin dünyasından böylesine ayrı düşüren bir toplumda kimlerin politik ya da ekonomik yönetime egemen olacakları ne kadar önem taşır?!.

Neredeyse ulusal hedef gibi konuşulan Avrupa Topluluğu’na girme konusunun da yüzeysel yararlar ötesinde geleceğe yönelik köklü değer taşımadığını acaba ne zaman düşüneceğiz.

Bir Gezegen Toplumunun oluşması süreci içindeyken çoğunluğu ‘’ Eski Dünya ‘’ bireyleri kalacak olan bu topluluğa katılmanın, gelecek yüzyılda hiç de köklü yararı olamayacağını görmek o kadar zor olmamalı. AT, Japonya’ya hatta Federal Almanya’ya ne kazandırdı ki!.

Kendi bireylerinden gücünü alan ve öz değerlerini yüceltmeyi başaran bir toplum için, hangi topluluk veya birlik köklü yarar getirir? Bunu elbette yalnızlık politikası uygulayalım diye söylemiyoruz. Ama, kendi değerlerimizi bir an önce düşünelim, dikkatimizi ve gücümüzü kendimiz için harcayalım diye vurguluyoruz. 

 Var olmanın ve yarına ulaşmanın bilincini yaratmalıyız. Araştırmayı, düşünce üretimini yaygın ve sürekli kılmalıyız. Bireyin haklarını, özel girişkenliğini, insan haklarını var kılmalı, korumalı ve savunmalıyız. Kısacası, toplum beyninde çağdaş düşünceden beslenen bir sosyal mutasyonu başarmamız gerekiyor. Basınıyla ve Anayasa Kuruluşlarının eğitim kurumlarının öncülüğüyle.

 Atatürk de yıllarca önce çağdaş bir toplum olmamızı buyurmamış mıydı? Kanımızca, 1990’lar bunları düşünmenin ve uygulamanın son zaman sınırıdır.

ERDOĞAN TAMER

Mayıs,1990     

 YAZINI ORJİNAL NÜSHASI

 

 

 

 

Yorumlar