GÜÇLÜ FERASET ANLAYIŞI

   Ülkemiz 29 Ekim 1923 yılında, Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde güçlü bir feraset anlayışı ile kurulmuştur. Ancak bu anlayış önce İsmet İnönü daha sonra sırasıyla yerine gelen liderler tarafından sıfır noktasına, hatta çoklu parti sistemine geçişten sonra her lider bu anlayışın dışında hareket ederek bu anlayış biçimini bitirmiştir. 
   Bu anlayışın bitirilmesi sonrası, gelen tüm liderler bu güçlü feraset anlayışını memleket aleyhine çevirerek manda ideolojisi ve dışarı bağımlılık ideolojisine çevirmiştir. Manda ve dışa bağımlılık kolay bir yöntem ve baskı modeli olduğu İçin kabul görmüştür. En kolay yol satın alma yoludur çünkü. Kendi güçlü silahlarını üretemeyen bir millet ne olursa olsun batmaya, bitmeye mahkumdur. 
    Osmanlı’nın sonunu getiren bu başkasından bekleme ve bağımlılık sorunudur.  
    Hani derler ya! “Silah icat oldu, mertlik bozuldu” diye, işte  bu doğru bir cümle. Kendi silahını üreten ülkelere olan bağımlılık arttı. Rusya, Amerika, Fransa, Çin, İtalya ve Almanya gibi ülkelerin ürettikleri silahlar yüzünden, dünyanın diğer ülkeleri bu ülkelerin bağımlısı haline geldi. 
     Bu ülkeler ilk önce kendi şartları doğrultusunda anlaşmalarla, bizi kendilerine bağımlı hale getirdiler.  Silahları bol kepçe dağıttılar. Bu silahları alan ülkeler kendilerinin güçlü olacağını zannederek bütçelerinin büyük bir kısmını bu silahlara ayırdılar. Daha sonra bu ülkeler kendi egemenliğini bu silahlarla korumaya kalkıştıkları anda, yedek parça ve mühimmat ambargoları ile karşılaştılar. Buna Türkiye’de dahil oldu. Böylelikle envanterimizde bulunulan bu silahlar birer hurda yığını haline gelmeye başladı. Çünkü silah üretiminde güçlü ülkeler kendi savaşlarında kullanmaları İçin bu silahları vermişti. Silah üreten ülkeler bu sayede diğer bağımlı yaptıkları ülkelerin paralarını sömürmeye ve onların ne yapacağını bilmeyen davranışlar sergileyen güçsüz ülkeler haline gelmeye başladığını gördüler. 
    Türkiye’ye verdikleri F16 lar şu an artık yeni geliştirdikleri sistemler karşısında birer külüstür Savaş Uçağı konumuna geldi.  Bu yüzden F35’leri ortaya koydular. Türkiye’nin de içinde bulunduğu ortaklarıyla seri üretimine başladılar. Ama Türkiye, Amerika’nın çıkarları dışına çıkarak özellikle Suriye’de Amerika’nın kurmak istediği Kürt Devletine karşı bu silahları kullanınca her türlü mühimmat ve Teknik Desteği Türkiye’den kesti. Parasını verdiği halde F35’leri de vermekten vazgeçtiler. Türkiye’de Amerika’nın ne yapmak istediğini açıkça anlayınca Rusya’dan yeni geliştirilen F35’leri ülkemizin semalarını delip bize karşı olabilecek saldırılardan korumak maksadıyla S-400 Rus Füze savunma sistemlerini almaya karar verdi. Türkiye yeni bir hata daha yaptığının farkına bile değildi. Onun bunun silahını alıp kullanmak değildi asıl mesele. Asıl mesele güçlü feraset anlayışıydı. Yani kendi silahını kendi üretmek zorundaydı.  İHA ve SİHA’lar ne kadar üretilse de ülkenin savunmasına veya ihtiyaçlarını karşılayacak kadar güçlü seviyede değilllerdi. Kendi Savaş uçağını yapmak işte bu yüzden en güçlü feraset anlayışıdır. Ama bağımlılık yüzünden yitirdiğimiz yıllar kaybolup gitmişti. Artık bu ülkelerin seviyesine gelmek imkansız bir şeydi. Merak etmeyin eninde sonunda bize F35’leri vereceklerdir buna kimsenin endişesi olmasın. Bu senaryo bizi bağımlılığa itecek yeni bir senaryodur. Ama şartları ne olursa olsun yerine gelecektir. S400 ler için Girit Modeli konuşulmaya başladılar bile. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, S-400 hava savunma sisteminin sürekli aktif olması yerine, Yunanistan’ın uyguladığı Girit modelini önerdi. Peki S-400 Girit Modeli Nedir? Yunanistan, S-300 hava savunma sistemini hangarlarda tutup, sadece tatbikatlar esnasında aktif hale getiriyor. Hulusi Akar, Türkiye’nin de S-400 için aynı stratejiyi uygulayabileceğini söyledi bile. Çünkü bağımlısın kardeşim. çaresizsin...
    Şimdi mesele ne F35’lerin Amerika’dan, ne de S-400lerin Rusya’dan satın alınması değil. Her iki durumda da Türkiye her açıdan dışa bağımlı bir hale geliyor. İsterse Çin’den isterse Almanya’dan alsın her halükarda dışa bağımlılık devam edecektir. 
    Sadece F16’lara ödenen paralarla bir Uçak Fabrikası kurulsa idi şu an dünyanın en güçlü ülkeleri arasında üçüncü sırada idik. Üretmek varken, satın alarak ülkemizin yeni bir borç batağı haline geleceği  aşikardır. 
    Şimdi Erdoğan’ın kafasına “TAK ETTİ” baktı ki, her gün batıyoruz. Ne yapabilirim diye düşününce koca bir sıfır olduğunun farkına vardı. Bu yüzden kafasındaki en doğru adamları Üniversitelerin başına rektör atamaya başladı. Çünkü önce bu silahları yapacak Bilim Adamları’nın Üniversitelerin AR-GE’leri sayesinde olacaktı. Bu AR-GE’lere de yığınla para aktarmaya başladı. Kütahya ve İstanbul’daki bir kaç üniversiteye bağlı Teknokentler kurdu. Bu Teknokentler sayesinde yapay zekayı geliştirdi. Baktı ki iyi işler yapıyor,  yeni yeni Üniversitelerde bu işi genişletmeye karar verdi. Bizim muhalafet hemen ayağa kalktı. Olamaz efendim seçilmişler varken nasıl olurda atanmışlar iş başına getirilir. Bu Üniversiteler özerk kardeşim karışamazsın demeye getirdiler. İyi de bu Üniversitelerde yetişen bizim gençlerimiz  koca adam oldu şimdi beyin göçü sayesinde hepsi bu bahsini ettiğimiz ülkelerin silahlarını üretiyorlar, sağlık alanında dünyanın en önemli buluşlarına imza atıyorlar. Kansere varınca çözüm buldular. Coronavirüs aşısını bile ilk onlar üretti. Kime faydası tabiki uçup gittikleri ülkelerin menfaatine çalışıyorlar. Eee bal tutan parmağını yalar doğrusu. 
    Bizim insanımız gerçekten dünyanın en zeki insanları, farkına vardık mı kardeşim vardık. Vardıkta, Atı alan Üsküdar’ı çoktan geçti kardeşim. Şimdi dön desen bu insanlara dönerler mi? Hadi döndüler diyelim, bu ülkeler bizim Üniversitelerimizle araştırma ve geliştirme faaliyetlerine bizi dahil ederler mi?  Etmezler tabi ki, kaz gelmeyecek yere niye tavuk kessinler ki!
    Eee ne yapmak lazım?
    Yapacak tek bir şey var bundan sonra. O insanlar yitirildi ve gittiler unutun artık onları. Uçtular elimizden. Artık önüne bakacaksın en kısa sürede yeni Bilim İnsanları yetiştirmenin önünü açacaksın. Üniversitelerde her alanda yetiştireceğin Bilim Dalları kuracaksın. Ülkenin en zeki gençlerini buralara yerleştirip eğitiminden tek kuruş almadan altına kırmızı halılar serip ha koçum yürü diyeceksin. Bu arada sende Dünyanın neresinde olursa olsun, bu gençlerin eğitimini üstlenecek yetişmiş Eğitmenler bulup getireceksin. Yeşil dolarları önlerine sereceksin. Ülkemizdeki yetişen ve ülkesine hizmet etmeyi şiar edinmiş Üniversite hocalarının maaşını gerekirse on katına çıkarıp ülkeden uçup gitmesine, yitirilmesine mani olacaksın. Her Üniversitenin içine bir Sosyal Yardımlaşma Derneği kuracaksın ve bu Eğitmenlerin sorunlarını dinleyeceksin. Onların bir dediğini iki etmeyeceksin. Ne lazımsa getireceksin bulacaksın. 
   Eski Atatürk havalimanına Millet Bahçesi yapmaktan vaz geçip, Dünyanın en büyük Araştırma geliştirme Labaratuvarlarını burada kuracaksın. (İsviçrede kurulan CERN örneği gibi) 
    Bu atanmış Rektörleri geri çekip yeni kurduğun bu merkezde istihdam edeceksin. Hem bu atadığın Rektörleri ayak bağı olmaktan çıkartıp Üniversitelereden çekip alacaksın seçilmişleri atayacaksın. Bu seçilmiş Rektörlere de kanun çıkaracaksın, bu kuracağın AR-GE Laboratuvarları ile iş birliğini mecbur kılacak yasalar getireceksin. 
     Yoksa,
     Yakında meteor çarpması sayesinde hepimiz yok olup gideceğiz. Fevri davranışlar, ilgisizlikler maalesef Üniversitelerimizin yüzyıldır başı boşluğu sayesinde içi boş kurumlar haline gelmesine neden olmuştur. 
      Çözüm yoluna gitmek yerine, kutuplaşmak suretiyle bir yere varamayız. O üniversitelere yıllarını vermiş hocalarımız yoksa uçup gitmeye devam edeceklerdir.  Bir önceki “Boğaziçi Erdoğan İçin neden önemlidir?” başlıklı yazımda Erdoğan’ı savunmuştum biliyorsunuz. Gerek muhalefetin sert uslübu, gerek bazı grupların faşizan tavırları nedeniyle Erdoğan’ı haklı çıkarmaya yönelik bir yazıydı kabul ediyorum bunu. Bu yazımda orada bulunan öğrenciler ve Hocalarımız açısından söylüyorum direnişlerinde haklılar. Bu davranışlarını sürdürmelerini bekliyorum açıkçası. Bu nedenle orta yol bulmak ve Erdoğan’ın da haklılığını düşündüğümde böyle bir yazı ve düşünce biçimi bende oluştu doğrusu. Ancak marjinal gruplar İçin hala düşüncelerim aynı. 
    Boğaziçi öğrencilerine ve ülkemizde bulunan tüm üniversitelerde okuyan gençlerimize sesleniyorum... 
     Ne olursa olun bu ülkenin menfaatleri için yetişip bu ülkeye hizmet etmekten kaçmayın. Geldiğimiz nokta basit. Kaybettiğimiz yılların açığını sizler geri kazanaksınız. Bu ülkeyi Atatürk’ün dediğini gibi Çağdaş medeniyetler seviyesine getirmek sizin görevinizdir. Atatürk, “çağdaş medeniyetler seviyesinin üzerine çıkmak” derken;
'' ülkemizin modern ve çağdaş bir ülke olması için sosyal ve kültürel devrimlerin yapılmasıyla ekonomik gücü sağlamak adına da sanayi alanında kalkınma sağlanmasını'' söylemek istemiştir. Bu yolda yürüyeceğinizden emin adımlarla ilerlemenizi bekliyor  ATATÜRK’ÜN GENÇLİĞE HİTABESİ’ni bu gün bir kez daha okuyarak bu GÜÇLÜ FERASET ANLAYIŞI’nı devam ettirmenizi temenni ediyorum.


Selam ve saygılarımla

 

Yorumlar