HIZLI VE ÖFKELİ
Dün bir dostumu aradım. Şumnu’daymış. İki haftalık karantina süresini tamamlamışlar evlerinde ve atmış kendini dışarı. O Şumnu sokaklarında, ben Çamdibi Atatürk Parkı’nda konuştuk biraz. İkimzin de ailesinin bir tarafının kökleri Balkanlara dayanıyor.
Tombul Camii’ni sordum. 2015 yılının haziran ayında yaptığım ziyarette restorasyondaydı. Halen devam etmekteymiş. İbadethane Bulgaristan’da korunan tek Osmanlı eseri olup Selimiye’den sonra Balkanların en büyük camisi. 2010’da faşistlerin saldırısında büyük zarar görmüş. Benim için yapıyı en ilginç kılan şey ise; ‘’ Oğlum, ben sana vali olamazsın demedim, adam olamazsın dedim. Olamamışsın işte!. Bak! Babanı ayağına çağırdın ‘’ ünlü lafının bir Cuma namazı sonrası bu camide söylenmiş olduğunun rivayet edilmesi.
Konu konuyu açtı. Atalarımızın yaşadığı Şumnu ve Plevne’de yaşamın nasıl sürdüğüne kadar geldi. Tek kelimeyle özetledi dostum. ‘ Yavaş ‘ dedi. Uzun yıllar İstanbul’da yaşıyor olması tek neden değil ama değerlendirmesinin. İkimiz de yavaşlık penceresinden bakarız dünyaya. Oralarda her şey yavaş dersem abartmış da olmam! Merhum babaannemin doğduğu ev hala bir aileyi barındırıyor. İzmir’de bir belediye başkanımızı ziyarette anlattıkları geliyor aklıma. Kökenleri Girit’e dayanan başkanın dedesinin Girit’te doğduğu evin de tütüyormuş bacası. Radikal diye adlandırabileceğimiz politikacılar ve sözcüğün tam anlamıyla faşist ruhlu güruhları yok sayarsak bir arada yaşayabiliyorlar toplumlar. Yıllarca yaşamışlar da. Özellikle mübadele ve sonrasında yurtlarına dönmek zorunda kalan Rumlarda büyük özlem gözlemledim hep doğdukları ve belli bir yaşa kadar ömürlerini geçirdikleri yerlere. Rembetiko dediğimiz şarkılar doğmuş bu hasret duygularından!
Hiç unutmadım! Samos’un Vathi’sinde limanda gezerken manavdan çıkan çok yaşlı bir teyze meyveyle doldurmuştu kollarımı.. Ardından yakın bir akrabası gibi kucaklamıştı.
Sadede gelirsek!.
İnsanlığın avcı-toplayıcı olarak yaşadığı dönemler çok gerilerde kaldı. Tee 12 bin yıl öncesine kadar böyle yaşamış atalarımız. Yapılan araştırmalar ışığında insanlığın tarihi boyunca doğayla bire bir uyumlu yaşanan tek dönem diyebiliriz. Karnın acıkınca kalkıp avlanıyorsun. İlk denemede başarılı olursan günün geri kalanında tekrar avlanmaya gerek yok tabii!. Yat, uyu! Avlanırken av olmazsan sorunun sıfır! Ne zaman ki tarımla birlikte yerleşik yaşama adım atılmış başlamış marazlar!. Mülkiyet hırsı hep ‘’Bu dünya bize yeter ‘’ anlayışının önünde olmuş. Zehirlenmiş insan sahip olma hırsından; ‘’ Benim olsun ‘’ bencilliğinden!. Ardından gelsin savaşlar, düşman üstüne seferler, katliamlar!. Yetmemiş; kafa tutulan doğa da her daim hırpalamış. Hızlandık ya! Hız öfkeyi, öfke bencilliği sürüklemiş peşi sıra.. Ezenler-Ezilenler çelişkisi böğrüne oturmuş yerleşik yaşama geçen insanın.
Dün Yılmaz Özdil harika bir soru yöneltti Başkan İmamoğlu’na ..
Aşkın şehrine, estetizmin şehrine, sanatçıya ilham veren İstanbul’a ne oldu dedi kısaca.. Öyle ya! Ozanın dün bir tepesine çıkıp baktığı şehir bu değil. Orhan Veli’nin gözleri kapalı dinlediği şehir bu değil. İlhan Berk’in kurşun kubbeler şehri hiç değil!. O da nasibini aldı hızdan, öfkeden, bencillikten!.
E avcı-toplayıcı mı olalım tekrar diye sorabilirsiniz, haklısınız..
Ne olacağımızı bilmem de; hızlı, öfkeli, bencil, hırslı olmayabiliriz.
Herkese sağlıklı ve mutlu pazarlar…