Anasayfa /  Kültür sanat

Moliere’in ‘Cimri’si Serkan Keskin

Moliere’in ‘Cimri’si Serkan Keskin

Abone ol
Abone ol 29 Nisan 2016 14:21

Moliere’in ‘Cimri’si Serkan Keskin

“Dur bakalım ‘Para, para’ diyor da ne demek istiyor acaba?”

RADİKAL - İkisi de memleketin son yıllarının en etkili aktörlerinden biri. Hani “Bir ‘Top 5 erkek oyuncu’ listesi yap” deseniz,İs ve Tansu Biçer listemde olurdu. 14 senedir Semaver Kumpanya’ya dayanan arkadaşlıkları ve birlikte üretme çabaları sinemada ve TV işlerinde de sürüyor. Şimdilerde ise ikisi de bir başka ‘ilk’in içinde. Moliere’in ‘Cimri’sini Semaver Kumpanya çatısı altında, Tansu Biçer’in yönetmenliğinde oynuyorlar. Serkan Keskin ise dünyanın gelmiş geçmiş en meşhur ‘Cimri’si Harpagon olarak, eh tahmin edersiniz ki ciddi anlamda döktürüyor… ‘Cimri’, Semaver’in sadece adında değil, bütün iliklerine kadar işlenmiş olan o ‘kumpanya’ ruhunu hissettiren bir iş olmuş. Sahnede genç ekiple deneyimli kadro arasında şık bir denge var. Ve o gençlere adeta el veriyorlar. İzlerken, hele ki o coşkulu son selamlarında bunu izleyici de çok iyi hissediyor. Serkan Keskin ve Tansu Biçer ile 14 senelik ‘evleri’ Semaver Kumpanya’da bir araya geldik. ‘Cimri’den girdik söze, sonra laf lafı açtı…

İkiniz uzun süredir tiyatroda da sinema ve TV işlerinde de birlikte çalışıyorsunuz. Ama aranızda yönetmen-oyuncu ilişkisi ilk defa mı kuruluyor? Serkan Keskin:

Evet

Nasıl gelişti olaylar?

Serkan Keskin:

Dizide çalışıyorduk beraber. Bir gün karavanda “Seko bir Cimri oynasana artık” dedi çocuklar. “Tansu yaparsa oynarım” deyip gitmiştim. Bir gün Tansu, “Ben ‘Cimri’ yapacağım” dedi. “Allah Allah!” dedim. “Oğlum, karavanda söylemeyi biliyorsun” dedi. Sonra “Harbiden mi?” derken işte, işimizi bitirdik. Sonra film yaptık beraber. Onu da bitirdik. Biraz ara verip oyuna başladık.

Neden ‘Cimri’yi seçtiniz? Tansu Biçer

: Teklif Serkan’dan geldi. Ben bir ara Işıl Hoca’yla (Kasapoğlu) görüştüm. O da “Cimri’yi yapın” dedi.

Serkan Keskin:

Burası hep klasikleri önemseyen bir yerdi. Baş nedenlerinden biri bu. Bir de biz 22, 23 yaşlarındayken bile “Cimri’yi yapsak” diye konuşurduk. Çok küçüktük, “Harpagon’u dışarıdan bir ağabey oynasın” falan derdik… Moliere çok önemsediğimiz bir yazardı.

Tansu Biçer:

Bildiğimiz anlamıyla, dönem kostümleri giydirip sonra tamamen karakterlerin kötülüğü üzerine yatıp, herkesi eleştirip falan değil de tersini yapalım dedik. Herkesi haklı bulalım. Sonunda da şu çıksın: Evet herkes haklı, haklı da neden çözülmüyor, neden hâlâ sorun devam ediyor? Öyle olunca klasik oynamak başka bir şey haline geliyor. Keyif, amaç haline geliyor.

Harpagon sizin oyunda olduğundan daha sempatik, empati kurulması daha kolay bir adam gibi geldi bana da. Tansu Biçer:

Özellikle tatlı bir adam yapalım demedik. Ama şey de olmasın dedik… Bütün suçu onun üstüne yıkıp, olayı paketleyip kenara koymak yerine… Bir dakika ya, bu da bir insan. Yaşlı da bir insan, hayattan bir beklentisi var. “Dur bakalım ‘Para, para’ diyor da ne demek istiyor acaba?” gibi bir yerde ilerleyince ister istemez Harpagon’un da tarafını tutabileceğimiz bir yerler çıkmaya başladı. Oğlu da haklı, kızı da haklı, herkes haklı yani. Çünkü hayat öyle. Hepimiz haklıyız, sürekli tartışıyoruz. Bu tartışma nereden çıkıyorun araştırmasıydı.

Serkan Keskin:

Bir de tabii böyle çok kötü ve kıl olması durumu, iddia ettiğimiz şeye de karşı oluyor. Tabii ki ‘Cimri’yi yaparken günümüzde ne anlatıyor; işte evin içinde bir adam var. Bu adamla sorunları olan bir ev var. Ama bu adamla sorun yaşayan insanlar, onun çok sevdiği bir şeyi çalıp cezasını vermeye çalışıyorlar. Harpagon o yüzden çok kötü bir adam da evdekiler çok iyi değiller. Tekrar bir araya geldiklerinde diyorlar ki “İstediğimizi verirsen sana paranı geri veririz.” Aslında değişen bir şey yok. Öyle bir yerden baktığımızda nasıl onlar kendi hakkını arıyorsa, Harpagon da kendince haklı.

Tansu Biçer:

Burada sadece Harpagon, onun kötülüğü ve para hırsı yok aslında. Baba-oğul ilişkisi, baba-kız ilişkisi, genç kız-genç erkek ilişkisi, genç kız-yaşlı erkek ilişkisi, bir takım ara bulucular, uşaklar ve onların efendileriyle olan ilişkileri var… Birçok yere değiniyor. Bunların gerçekten büyük bir ustalıkla tek sahnede falan anlattığı şeyler. Koca bir efendi uşak ilişkisini, iki, üç sahne içinde önümüze seriyor. Bu tekst olunca da doğal olarak insan “2015’te ‘Cimri’ mi olur ya” olamıyoruz. Biz olmadık.

Peki bu senin ilk yönetmenlik deneyimin Tansu, değil mi? Tansu Biçer

: Evet.

Nasıl bir yönetmen oldu Tansu, diye önce Serkan’a sorayım… Serkan Keskin:

Biz çok yıllarca beraber oynadığımız için birbirimizi çok iyi tanıyoruz. Tiyatral anlamda birçok şeye aynı bakıyoruz. Aynı şeyi hissediyoruz, en azından beğenilerimiz birbirine yaklaşık. Aynı dili konuşuyoruz, o yüzden benim için çok büyük konfordu.

Tansu Biçer:

Benim için de öyle.

Serkan Keskin:

Benim için ne olursa olsun, Tansu bu ülkenin en iyi aktörlerinden biri. Aktör olmasına çok güvendiğim için, bana söylediği şeyleri sürekli düşündüğüm biri. Biliyorum ki onu “Ben olsam nasıl oynardım” tarafıyla da düşünüyor ama “Sen oynarsan nasıl oynarsın”ı da biliyor. Ben yönetsem, o oynasa yine aynı şey geçerli olurdu. Dekoru da sen tasarladın Tansu, daha önce böyle bir deneyimin olmuş muydu?

Tansu Biçer:

Yok olmadı. “Dekoru da ben yapayım” diye bir şey olmadı. İnsan o sahneleri çalıştıkça gözünün önüne de geliyor. İlk yönetmenlik deneyimi, doğal olarak ben burada bir tek Volkan’a ve Serkan’a güvendim. Eninde sonunda ben bu oyunun böyle oynanacağını söylerim, en sonunda işin içinden çıkamazsam valla atarım topu ne yaparlarsa yaparlar! (gülüyor) Nasıl olsa ikisi de yönetmenlik yaptı. Bu Semaver’de edindiğimiz bir alışkanlık: Işıl Hoca’dan da öğrendiğimiz bir şey. Eğer oyunun içindeyse, oyuncunun kullanabileceği, organik bir şekilde önüne arkanın bağlanabildiği bir şey olması gerekiyor. Adamın oyun boyu gidip baktığı bir kutu var. O kutunun içinde bir şey var, altın olduğunu söylüyor. “Kutu, kutu, kutu” diye diye sonunda “Bari bütün ev kutuya dönüşmüş olsun” dedik. Bir de nasıl olsa herkes bir şey saklıyor. Burada insanlar da kutu aslında. İçlerine ata ata birbirleriyle herkes en değerli şeyini içinde saklıyor. Onlar orayı ev olarak kullanıyor. Baktığımızda bu dekora bir kutu yığını, bir ardiye diyebiliriz. Ama onlar koltuk gibi, merdiven gibi kullanıyorlar. Kapıdan çıktıklarını zannediyorlar ama bir kutunun içine giriyorlar. Bir kutudan çıkıyorlar gibi bir fikirle yola çıktık.

SEMAVER DIŞARI KAPALI BİR YER DEĞİL

İlk kim girdi Semaver Kumpanya’nın kapısından? Tansu Biçer:

Serkan girdi.

Serkan Keskin:

Ben öğrenciydim Akademi’de, Işıl Hoca bölüm başkanımızdı. Mezun olmamıza yakın geldi ve “Bir tiyatro binası kiraladım. Kocamustafapaşa’da” dedi. İlk defa duydum Kocamustafapaşa’yı, ertesi gün geldik buraya baktık. Yaz gibi ekip geldi. Biz mart, nisan gibi geldik, sonra da hazırlayıp yazın provaya başladık. 2002’de ilk oyunu oynadı. Bu sene 14 bitiyor. “Semaverli olmak” dışarıdan bakınca bana bir kimlik gibi geliyor…

Serkan Keskin:

Semaver diye bir şey var çünkü, çok büyük bir şanstı hepimiz için. Işıl Kasapoğlu gibi bir adamın “Ben böyle bir yer açıyorum” demesi… Kocamustafapaşa’da var olmaya çalışan, zamanında bir sürü aktörün çıktığı, kapıların bacaların kırıldığı bir tiyatroyu tekrar başka bir dille başka bir şey yapmak üzere buluştuk. Birçok şey öğrendik biz burada. Her şeyi kendimiz yaptık. O yüzden ‘Semaverli’ gibi bir şey bence var. Bir sürü insan “Tiyatro yok ki, sahne yok ki” diyor. Mezun oluyor insanlar, “Nerede tiyatro yapacağız?” diyor, işte biz burada yapıyoruz. Geçen sene mezun olan arkadaşlarımız şu an ‘Cimri’de oynuyor. Önceki yıl mezun olanlar ‘Kuşlar’da oynuyor. Böyle kapalı bir yer değil burası. “Gelebilir miyim” diyor, anlatıyor kendini “Gel abi” diyorum. “Bak gel, başla bir şeylere” diyorum, “Peki ne yapacağım?” diyor. Geleceksin işte ben nasıl geliyorsam geleceksin bu kadar basit. İnanmayanlar sonra şeyi görüyor; evet, yalan söylemiyoruz bu konuda. Eski ekipten dört kişiyiz sadece.

Sıkılmadınız mı birbirinizden yıllardır?

Serkan Keskin:

Her gün beraber değiliz. Sadece o bağ, bunun kopmaması.

ESKİDEN GENÇLİK ŞUURSUZLUĞUYLA ÇOK ŞEY YAPABİLİYORDUK

Filmde sete giriyorsun o da var, o da var falan şeklinde bir çete durumu var sizde. Siz, sonra Nadir Sarıbacak…

Tansu Biçer:

Yok ama, her seferinde farklı şeyler yapmayı deneyen insanlar hepsi. Yani kimse olduğu yerden devam etmek istemiyor ki. Herkes bir sonrakinin daha başka daha iyi olması için kendisine daha faydalı olması için uğraşan biri. Dolayısıyla da zaten karşılaştırılmıyor.

Serkan Keskin:

Bir de büyüyoruz. 2002–2016, değişiyoruz, büyüyoruz. Şaşırıyoruz birbirimize. O zamanki heriflerle şu an ki herifler farklı.

Tansu Biçer:

Birbirimize karşı özgür alanlarımız var. ‘Beş Kardeş'te çalıştık, orada da birbirimize bir sürü şey söylüyorduk. “Acaba orayı biraz öyle mi düşünsen?” gibi. Bu çalışma ortamını da sağlamışız. Birbirinizdeki ilk gençlik zamanlarınızdaki oyunculuklarınızla şimdi geldiğiniz durumu fark ediyor musunuz?

Serkan Keskin:

Hissediyoruz ya. Sahne üzerinde belki bin tane oyun oynadık beraber ama ekranda, sinemada görmek başka. Evet, biliyorsun hissini, nereden oynadığını, ne yaptığını, ne kadar inançlı olduğunu ama hiç görmediğin bir şeyini görüyorsun. Arkadaşından etkileniyorsun. “Vay be” oluyorsun. Ama inşallah birlikte sahneye de çıkarız, onun için çok heyecanlıyım.

En son hangi oyunda birlikte sahneye çıktınız? Serkan Keskin:

‘Cesaret Ana’ olabilir. Nadir’le de aynı şekilde, yıllar oldu. Beraber dizi yaptık ama o başka bir disiplin. Her şeyden yaşımız büyüdü ve başka bir şey oldu. Şu an çok daha zevkli aslında, bir taraftan korkutucu da. Eskiden o gençlik şuursuzluğuyla çok şey yapabiliyorduk.

Tansu Biçer:

Üçümüzün de oyunculuğa bakışında değişiklik var. Biz de bunu inat etmiş, öğrenmeye çalışan, daha ileriye gitmeye çalışan, kendi oyunculuk tarzını, bir rol çıkarma tarzını oluşturmak isteyen insanlarız. Bu konuda da sertiz. Tiyatroda o konuda birbirimize güvenimiz var, anlatabildim mi? “Bence oradan oynama” diyebiliriz. Bu noktada kırılmayacağımızı biliyoruz. Onun dışında herkes o role nasıl bakılacağına dair kendince olan yöntemini tutuyor. O da ders veriyor, ben de ders veriyorum, Nadir de... Hepimiz derslerde bunları anlatıyoruz. Ama kendimize göre olanları anlatıyoruz. Bizle birlikte ondan da ders alan benden de ders alan adam “Şimdi, ha bir dakika” falan diyor. Bu da başka bir zenginlik. Ben bunu seviyorum. Öbür türlü birbirimizi idare eder hale geliriz.

‘ONUR ŞİMDİ NE MANYAKLIK YAPTI ACABA!’

Sizin hayatınızdaki bir ortak payda da Onur Ünlü. Onur Ünlü’den gelen bir projeye bakmakla başka bir herhangi isimden gelen projeye bakmak arasında fark oluyor mu sizin açınızdan? Onur’dan geliyorsa direkt tamam mıdır yani sizin için?

Serkan Keskin:

Onur’dan gelen bir şeye mutlaka “Şimdi ne manyaklık yaptı” hissiyle bakıyorsun… Çok güveniyorum ona. Oyuncu olarak da beni özgür bırakıp alışmadığım yerden bir şey oynatıyor olması… Onun yazımına ve zekasına gerçekten çok saygı duyuyorum. Arkadaşlığımız dışında... Ayrıca içinde ben olmasam da Onur bir şey yazıyorsa merak ediyorum. Şöyle de bir şey var; Onur bizi burada izledi. Biz daha çocukken. ‘On İkinci Gece’lerimizi falan, hepsini izledi. Ve Onur bizi burada görüp bizle koştu, takip etti, sonra Tansu başladı. Sonra ben geldim. Sonra bu ekipten insanlar gördü. Bence o Onur’un da bir gözü ve becerisi. Bence seviyor o, buradaki Semaver kafasını.

Tansu sen, Onur Ünlü’nün daha fazla filminde oynamışsın galiba.

Tansu Biçer:

Doğru. “Onur yazdıysa mutlaka bir şey vardır” durumu baştan cezbedici. Baştan bir başka senaryoya baktığın gözle zaten bakmıyorsun oraya. Bir de ben bundan rahatsız da değilim. “Hep Onur’un filmlerinde mi oynayacaksın?” Bilmiyorum, ama oynayacağım, ne olacak yani. Diğerlerinde de oynuyorum, bir sürü filmde.

Onur Ünlü’nün yeni filminde de oynadınız ikinizde. Ne bekliyor bizi?

Serkan Keskin:

Valla biz görmedik daha. Film birazcık Romeo Juliet öyküsü. Romeo Juliet hikâyesi üzerinden yola çıkılarak yazılmış ama böyle Romeo Juliet uyarlaması gibi bir şey değil. Tek söyleyebileceğim her yerde olan işte; futbol, şiddet ve eroin üzerine diye bir geyik var. Biraz çekerken de manyak gibiydik. Çok kısa zamanda büyük bir film çekti bence. Gerçekten ne olduğunu bilmiyorum hiç. Sen ne oynuyorsun?

Serkan Keskin:

Enis diye birini oynuyorum. Filmdeki “Romeo gibi” dediğimiz Taner’in ağabeyi. Bir ekibin böyle asi, birazcık başı gibi, banka soymak için sürekli planlar yapan ve dünyayla, sistemle her şeyle derdi olan, bankayı soyup parayı aldıktan sonra buradan gitmek isteyen manyak bir herif. Acayip bir senaryoydu. O kadar acayip bir senaryoydu ki, artık bir anda böyle çok güzel dedirttik bir taraftan. “Yok bu ne lan” dedirtecek kadar şoka sokan bir senaryoydu beni.

Tansu Biçer:

Ben İsmail’im. O kadar İsmail adı geçiyor ki Onur’un senaryolarında. Bu sefer ki İsmail benim. Çetenin bir üyesiyim. Sağır, dilsiz olan, onlarla birlikte tüm maceralara atılıyorum diyeyim kısaca., Birbirinizin oyunculuk dışında, çok iyi yaptığınızı düşündüğünüz bir şey var mı?

Tansu Biçer:

Serkan çok güzel yemek yapar. Çok severek yapar.

Tansu ne yapar? Serkan Keskin:

Gözlem. Acayip güzel gözlem yapıp acayip güzel çıkarımlar yapar. Gerçekten böyle gözlem gibi değil, hepimiz gözlem yapıyoruz da o başka yapar ya. Ya o yapar ve böyle karşısındaki sevdiği biriyse ona güzel de anlatır. İlla oyunculukla ilgili bir şeyden bahsetmiyorum. Hayatla ilgili böyle hissediyorum.

Yorumlar
Çok Okunanlar