Nevzat Tarhan: İlkokuldan itibaren ahlaki değerler dersi zorunlu olmalı
Sosyal projelerle daha ilkokul seviyesinde iyi insan eğitmeyi hedeflemek gerektiğini vurgulayan Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Onun için gelişmiş ülkelerde ilkokulda ilk üç sınıfta ahlaki değerler dersi veriliyor. Ahlaki değerler dersini zorunlu koyamadık hala. Ahlaki değerler dersinin konulması lazım.” uyarısında bulundu.
Abone olProf. Dr. Tarhan: “Ahlaki değerler dinden de bağımsız mı?”
Ahlaki değerler dinlerden bağımsız olabilir ama Tek Tanrı inancından bağımsız değil, çünkü hesap verme duygusu gizli kötülük eğilimini önlüyor ifadelerini kullanan Tarhan, “Bazı insanlar var mesela ibadeti çıkar, dinle ilgili hiçbir şeyi kalmaz. Yalan var, ahlak yok. Bazı insanlarda tam tersi oluyor bu. Ahlak öğretilmesi gerekiyor.” dedi.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, toplumda dezavantajlı olma psikolojisine ilişkin yaptığı değerlendirmede ahlakın önemine vurgu yaptı.
Toplumsal eşitsizliğe maruz kalmak engelliğin bir nevi ölçüsü gibi
Prof. Dr. Tarhan, toplumda dezavantajlı bireyler denildiği zaman genelde engelliler, yoksullar, çocuklar, yaşlılar, mülteciler ve göçmenlerin akla geldiğini ifade ederek, bu bireylerin çeşitli engelleri, ekonomik nedenler, sağlık engelli, sosyal ve politik engel gibi nedenlerle ya da cinsiyetleri nedeniyle dezavantajlı olabildiğini kaydetti.
Etnik ve dinsel kökenleri, din ve politik statüleri nedeniyle dezavantajlı duruma gelindiğini de kaydeden Tarhan, “Kırılgan, incinebilir bir topluluk oluyorlar. Toplumsal eşitsizliğe maruz kalmaları engelliğin bir nevi ölçüsü gibi oldu.” dedi.
Hatta toplumun bir kesimi tarafından pozitif ayrımcılık yapılmak zorunda kalınan gruplar olduğunu da hatırlatan Tarhan, “Birleşmiş Milletlerin insani gelişme raporunda devamlı takip ediliyor bunlar. Toplumun gelişmişlik ölçüsü, medeniyetleşme ölçüsü aslında dezavantajlı insanlara nasıl davrandığıyla ilgili.” diye konuştu.
Adalet kavramının öğrenilmesi gerekiyor
Eşitlik ve adalet konularına da işaret eden Tarhan, “Eşitlik ayrı, adalet ayrı… O nedenle adalet eşitlikten farklı olarak hak edene, hak ettiği kadar verebilmek. Bunun için o dengeyi sağlayabilmek özel bir beceridir. Öğrenilmesi gerekiyor, adalet kavramının öğrenilmesi gerekiyor. Bir kimse adil olmayı istemezse adaleti öğrenemiyor, ayrımcılık yapıyor. İşte dezavantajlı insanları dışlıyor, veyahut da çeşitli kendi çıkarını, menfaatini ön planda tutan insanlar ortaya çıkıyor. Bunların hepsi toplumsal barışı bozan şeyler. Güven duygusu bozuluyor, güven duygusu bozuk olunca da düşük güvenlikli toplumlar o nedenle bir türlü ilerleyemiyorlar. Sosyal barış olmadığı için, insanlar hep korkuyla yaşadıkları için, girişimcilik, atılganlık, risk alma zayıflıyor. Bu nedenle bir ailede dezavantajlı birisi var diyelim, o mutsuzsa, ailenin diğer üyelerinin mutlu olması beklenebilir mi? Mümkün değil.” şeklinde konuştu.
Uzmanı olmadığı konuda konuşuyor insanlar
Engellerin en büyük düşmanının önyargılar olduğunu ifade eden Tarhan, “Toplumsal önyargılar var. Uzmanı olmadığı konuda konuşuyor insanlar. Engellilerin de en hassas oldukları konu engelleri üzerinden onlarla ilişki kurulmasıdır. Halbuki özrüne ve kutsalına dokunmamak gerekiyor, onlar kişinin özel konuları, duyarlı konularıdır. Yani engelli biriyle karşılaşıyorsun, ‘Engelin ne zaman başladı’ diyorsun mesela, yani bu yapılabilecek en kötü iletişim biçimidir. Hiç onun üzerine gitmeyip, normal olumlu yönlerden ilişki kurarsanız, kişi daha sonra engeliyle ilgili kendi konu açarsa bununla ilgili konuşulabilir. Bu nedenle engellilerle olan iletişimde aileler de bunu belli etmemeli çocuklarına. Bu da çocukları olumsuz etkiliyor, mesela anne ve babalar engelli diye aşırı ilgi gösteriyor.” şeklinde konuştu.
Engele değil yapabileceklere odaklanmak gerekiyor
Görgü kurallarının bir kültür olduğunu ve çocukluktan itibaren öğrenildiğini dile getiren Tarhan, “Bunları çocuklarımıza öğretmemiz gerekiyor. Bir ailede engelli bir çocuk varsa engeline odaklanmak yerine yapabileceklerine odaklanmak gerekiyor.” dedi.
Çocukları engeline odaklanarak negatif büyütmemek gerektiğini, o zaman çocuğun özgüveni düşük büyüdüğünü anlatan Tarhan, “Ben yapamam, beceremem, ben hastayım diyerek o duyguyu satın alıyor ve o kişiliği haline geliyor. Halbuki pozitif yönlerini, yapabileceği yönlerini odaklansa, pes etmese mesela kendine doğru hedef koysa…” diye konuştu.
Bilinçli olmanın önemine vurgu yapan Tarhan, “Bilinçli bireyler, ailede olursa, toplumda olursa engelliler çok rahat toplumsal hayata adapte olurlar. Bakış açısı çok önemli. En çok da sosyal engellilikte işi dezavantaj haline getiriyor. Ekonomik durumlardan tutun da birçok yere kadar.” dedi.
Engelliler şiddete çok maruz kalıyor
Tarhan, engellilerin şiddete de çok maruz kaldıklarını belirterek, “Yıkarken bile cimcikliyor çocuğu mesela. Bu da bir şiddet… Bunu yaparken belli etmiyor ama cimcikliyor. Bu da fiziksel istismar oluyor. O kişi içine atıyor, bir şey diyemiyor, söyleyemiyor, ona muhtaç… Tehdit edici durumlar oluşuyor. Fiziksel güç olarak problemli oldukları için bir şey yapamıyorlar.” dedi.
Engellilerin sınavını; ‘Engel durumunda pes etmemek, hedef koymak, kendilerini geliştirmeye çalışmak, bunu başarmak, daha dayanıklı olmak’ şeklinde dile getiren Tarhan, “Dezavantajlı olmayan kişilerin sınavları da onlara karşı hayatı kolaylaştıracak şeyleri yapıyor muyum? Yapmıyor muyum? Onların sınavı da orada.” diye ifade etti.
Avrupa Birliği’ne girme kriterlerinden en önemlilerinden biri engellilerle ilgili olduğunu dile getiren Tarhan, “Binalarda, imarlarda ruhsat durumunda, kalite standartlarında, asansörde mesela görme engellilerin, işitme engellilerin hepsi göz önüne alınıyor. Eğer bir sistem kaliteyi hedefliyorsa engellileri zaten işletme mantığı olarak göz önüne almak zorunda, yoksa akıbeti olmaz. Onun için batı böyle halletmiş bunu. Çünkü iş maliyettir, engellilere yer açmak maliyettir, engelliler için asansörde bir şey yapmak maliyettir. Hepsi maliyet gerektiriyor diye kaçınıyor insanoğlu. Fakat bu sosyal bir sorumluluk olduğu için yaptırılıyor. Bir de bireysel olarak bu konuda sosyal sorumluluk açısından daha duyarlıyız.” dedi.
Ahlaki değerler dersinin konulması lazım
Toplumsal barış bozulmaya başlayınca sosyal sorumluluk projelerinin hızla yayılmaya başladığına işaret eden Tarhan, Türkiye’de de TÜBİTAK’ da sosyal projeler yapmaya çalıştığını, ciddi bütçeler ayrıldığını, çünkü sosyal sorumluluk projelerinin olmadığı yerde akademik başarı, teknik başarı olmadığını kaydetti.
Prof. Dr. Tarhan, “Çok iyi bir alet üretiyorsun ama adam kötü, hırsız, sahteci çıkıyor. Bu nedenle sosyal projelerle daha ilkokul seviyesinde iyi insan eğitmeyi hedeflemek gerekiyor. Onun için gelişmiş ülkelerde ilkokulda ahlaki değerler dersi veriliyor. Ahlaki değerler dersini zorunlu koyamadık hala. Ahlaki değerler dersinin konulması lazım. Ahlaki değerler dinden de bağımsızdır. Bazı insanlar var mesela ibadeti çıkar, dinle ilgili hiçbir şeyi kalmaz. Yalan var, ahlak yok. Bazı insanlarda tam tersi oluyor bu. Ahlak öğretilmesi gerekiyor. Ama ahlakı en iyi öğretme yolu ölümden sonrası hayata inanma. Çünkü içsel, vicdani bir bekçi gerekiyor. Ölümden sonra hesap verme duygusu olmayan bir kimsede neden ahlaklı olsun ki.” dedi.
İnsanın en değerli sermayesi hayatıdır
İnsanın en değerli sermayesinin hayat olduğunu kaydeden Tarhan, “Hayat sermayesi nedir? Harp okullarına gidin, vatan için ölme yemini yazan madde vardır. Hiçbir meslekte yoktur bu, başkaları için, vatan için diye. Şimdi sadece dünya hayatını düşünen bir kimse ‘Ben neden öleyim’ diyor. Millet plajlarda eğleniyor ben neden öleyim ki diyor, savaşmıyor. Gelenek devam ettirenler ediyor: Ama gelenekten kopanlar… Sosyal medyanın sayesinde gelenek darmadağın oldu. Sadece kendi çıkarını düşünen bir küresel insan tipi yaygınlaştı. Hedonistlik yani haz peşinde koşmayı seçen insanlar. Böyle durumda niye toplum için riske girsin ki. ‘Ben önemliyim, ben kutsalım, toplum, devlet, vatan kutsal değil’ diyor. Böyle bir sıkışma anında ahlakını satar hemen o kişi. Fiyatını bulduğu zaman satar. Bu nedenle satılmayacak bir ahlak ancak ölümden sonrasıyla ilgili. O yaptığının karşılığı varsa, çünkü insan beyni ödül, ceza sistemine göre çalışıyor.” diye ifade etti.
Ölümden sonra yaptığı işin yaradan katında karşılığı olduğunu düşünürse beyin kişiyi ikna ettiğini anlatan Tarhan, “Çünkü beynimiz menfaat olup olmamaya göre çalışır. Bu bir gerçek yani, buna bir şey yapmamak gerekiyor. Geçici menfaatin yoksa ölümden sonraki menfaat var orada. İlahi rızayı kazanmak daha büyük bir menfaattir.” dedi.
Erdemli olmak mı karlıdır, çıkarcı olmak mı?
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, erdemli olmak konusuna da değinerek, şöyle devam etti:
“Ben erdemli olmak mı karlıdır, çıkarcı olmak mı karlıdır? Diye soruyorum… Kimileri ‘Çıkarcı olmak karlıdır’ diyor... Halbuki erdemli olmak yani ahlaki değerlerinin olması uzun vaade de karlıdır. Çıkarcı olanlar kısa vaade de karlıdır. Uzun vaade de başarı toplam başarıdır. Hayatın sonunda belli olur. Mutluluk toplam mutluluk, hayatın sonunda belli olur. Hayatın sonunda bir insan iyi mi, ahlaklı mı diye anlaşılır.
Ahlaki değerleri çocuklara dini gerekçelerle öğretmek değil kalıcı ahlakı öğretmek gerek. Onun dışında toplumlarda da kültürel olarak, sosyal öğrenmeyle öğretiliyor, iyi ki öğretiliyor. Aile öğretiyor bunu. Ailenin olmadığı yerlerde bu durum dağılıyor. Aslında ahlaki yoksunluk olan kişi de en büyük engellidir.”
Engelli bir çocuğunuz varsa engeline odaklanmayın
Çocukların özel gereksinimli bireylere karşı bakışını da değerlendiren Tarhan, “Çocuk böyle durumlarda anne babaya bakar. Anne baba engelli bir bireyi utanç verici mesele görüyorsa çocuk o şekilde bakar. Engellilik, utanç verici mesele değildir. Hayatta bazı kişiler o kişinin elinde olmayan bir şeydir o. Onun engelleri ile dünyaya gelmesi seçimi değil ki çocuğun ve değiştirebileceği bir şey de değil. O halde orada yapılacak şey onun engeline odaklanmak yerine yapabileceklerine odaklanmak. Anne baba, çocuğun yapabileceklerine odaklanırsa çocuğun arkadaşlarının gülmesi, alaycı yaklaşımlar onu hiç etkilemez. Onun için engelli bir çocuğunuz varsa engeline odaklanmayın, engelini konuşmayın, yapabileceklerine odaklanın diyoruz. O çocuğun dünyaya gelmesi onun seçimi değil. Bu dünyada iyi bir insan olmakta insanlar eşit. Dünyadaki sistem bu şekilde. Bu dünyada adalet bu şekilde sağlanıyor hayatın sonunda.” diye konuştu.
Önemli olan engelli olması değil, bunu nasıl aştığıdır
Yakın zamana kadar engellilerin sanki utanılacak, kaçınılacak bir şey gibi göründüğünü kaydeden Tarhan, “Topluma karıştırılmıyordu. Halbuki engellilerin en büyük şeyi, zaten engellilik kuantum fiziğine göre kusurlar, engeller evrendeki mükemmeliyetin parçasıdır. Kimisi doğuştan kusurludur, kimisi başka yerde hata yapar kusurlu olur. Sıfır hata insanı yok çünkü. O yüzden evrenin düzeni böyle. Engel, mükemmeliyetin bir parçasıdır. Bu engelle, kusurlarla biz mükemmel oluyoruz. Bir fırsata dönüşebilir bu engel. Bunun hayatta örnekleri var. İnsan bir sporu öğrenirken en önemlisi kaç defa düştüğü değil, kaç defa kalktığıdır. Önemli olan engelli olması değil, bunu nasıl aştığıdır. O dakikadan sonra mücadeleci bir ruh oluşuyor, o engelli daha çok başarılı oluyor.” şeklinde sözlerini tamamladı.