SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİN TANIMI VE KAVRAMI

     Mevcut kaynakların tükenmeden devamı ve gelecek nesillerin gereksinimlerini tehlikeye atmadan verimli kullanılması ve günümüz ihtiyaçlarının karşılanıp, ekonomik, çevresel ve sosyal büyümenin gelecek kuşaklara verimli bir şekilde aktarılmasının sürdürülmesidir.

Sürdürülebilirlik, gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama kimseye gerek duymadan kendi ihtiyaçlarımızı karşılamaktır. Sürdürülebilirlik tanımında sosyal eşitlik ve ekonomik kalkınmayla, toplumsal cinsiyet, iklim değişikliği, su kaynaklarının kullanımı gibi kavramların varlığını görebiliyoruz. Sürdürülebilirlik kelimesi kökeni itibarı ile Latince “Sustinere” kelimesinden gelmektedir. Sürdürülebilirlik (Sustainability) sürdürmek, sağlamak, devam ettirmek, desteklemek, var olmak anlamlarında kullanılmaktadır. (Tıraş, 2012, s.59) Dilimizde “sürdürmek” fiilinden türemiş olup “sürdürülebilirlik” ismine dönüşmüştür. Bu bağlamda sürdürmekten türetilen ve sürdürülemez kelimesinin karşıtı olarak kullanılan “sürdürülebilir” kelimesi, var olan durumun korunması ya da devam ettirilmesi anlamına gelmektedir (Kılıç, 2012, s.203) Al Gore, “Gelecek” adlı kitabında, büyümenin getirdiği kirlilikten şu şekilde bahsetmektedir (2013, s.325); “Yarattığımız büyük tehlikeyi geç fark ettik. Bunun nedeni, insanoğlu ile Dünya’nın çevreyle ilgili sistemi arasındaki temel ilişkinin, nispeten yeni üç ana unsurun kesişmesine bağlı olarak aniden dönüşmesi. Birincisi, bir asırdan kısa sürede sayımız dörde katlandı ve artmaya devam ediyor.

 SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA VE TEMELLERİ

  Sürdürülebilir kalkınma anlayışı, ülkelerin ekonomik ve sosyal gelişme hedeflerinde ortak paydaşlarında ismini “sürdürülebilirlik” olarak belirlenir. Yakın tarihte ön planında hedefleri arasında olan bu ortak hedef, herkesin temel ihtiyaçlarına ulaşabiliyor olması, verimli ve refah düzeyinde bir hayat ve hayallerine ilişkin beklentilerinin karşılanmasıdır.

Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları yoksulluğun son erdirilmesi, çevrenin korunması, iklim krizine karşı önlem alınması, refahın adil paylaşımı ve barışı hedefler. Binyıl Kalkınma Hedefleri (BKH); Birleşmiş Milletler tarafından 2000 yılında ilan edilmiş, uluslararası kalkınmaya katkıda bulunmayı amaçlayan hedeflerdi. 193 ülke ve 23 uluslararası şirket bu hedeflerin gerçekleştirilmesi doğrultusunda yardım etmek için söz vermişti. Binyıl ya da bir diğer ifadeyle Milenyum Kalkınma Hedeflerinin süresi 2015 itibarıyla tamamlandı.

Binyıl Kalkınma Hedefleri Sekiz Başlıktan Oluşur:

-Binyıl Kalkınma Hedefi 1: Aşırı Yoksulluğu ve Açlığı Ortadan Kaldırmak

-Binyıl Kalkınma Hedefi 2: Herkes için Evrensel İlköğretim Sağlamak

-Binyıl Kalkınma Hedefi 3: Cinsiyet Eşitliğini Teşvik Etmek ve Kadınların Güçlendirilmesini Sağlamak

-Binyıl Kalkınma Hedefi 4: Çocuk Ölümlerini Azaltmak

-Binyıl Kalkınma Hedefi 5: Anne Sağlığını İyileştirmek

-Binyıl Kalkınma Hedefi 6: HIV/AIDS, Sıtma ve Diğer Hastalıklarla Mücadele

-Binyıl Kalkınma Hedefi 7: Çevresel Sürdürülebilirliğin Sağlanması

-Binyıl Kalkınma Hedefi 8: Küresel Ortaklık

   İkincisi gerek bireysel gerek toplumsal düşünce biçimimiz kısa vadeye odaklı ve bugün karşı karşıya olduğumuzdan çok farklı tehditleri bertaraf etmek zorunda kalmış tarih öncesi atalarımızdan miras aldığımız düşünce alışkanlıklarımız hatalı üçüncüsü ise, şu anda yaygın olarak kullanılan teknolojiler bundan birkaç nesil öncesinde mevcut olanlara oranla çok daha güçlü.” İnsanlık tarihindeki en önemli gelişmelerden birisinin insan topluluklarının göçebelikten yerleşik düzene geçiş olduğu bilinmektedir. M.Ö 8000 yıllarında dünya nüfusu o döneme göre çok yüksek sayılabilecek bir sayı olan on milyona kadar ulaşmıştır.

   Kimi topluluklar göçebeliği sürdürürken, bazı topluluklar da yerleşik düzeni benimsemiştir. Toprağın işlenmesinin keşfedilmesiyle birlikte birçok değişim yaşanmış, toprak mülkiyetleri, zenginlik, ticaret, para ve güç gibi kavramlar ortaya çıkmıştır. (Mebratu, 1998, s.496). Tekstil endüstrisindeki bu değişimler hiç şüphesiz Endüstri Devrimi’nde yaşanan en büyük değişimlerden biridir. Geçtiğimiz yaklaşık iki yüzyıl boyunca yaşanan bu değişiklikler ve küresel ekonominin doğması, insanlar ve yaşadığımız dünya üzerinde yan etkiler bırakmaktadır. Gelişmiş ülkelerde refah seviyesi artmışken, gelişmekte olan ülkelerin hala yoksulluk ve açlık ile mücadele ettiği bilinmektedir. Hakkaniyetsiz dağılım baş göstermiştir. Örnek olarak, dünya nüfusunun sadece %5’ine sahip olan A.B.D’nin dünyadaki kaynakların %30’unu tükettiğine “The Story of Stuff” adlı projede değinilmiş, adaletsiz dağılımla aşırı tüketimin çevreye vermiş olduğu zarardan bahsedilmiştir.                      

 

Yorumlar