Teoman: Gençler için endişeleniyorum
Teoman, eski şarkılarının yeniden düzenlemelerinden oluşan 26 şarkılık ‘Koyu Antoloji’ albümünü müzikseverlerle buluşturdu.
Abone olTeoman, eski şarkılarının yeniden düzenlemelerinden oluşan 26 şarkılık ‘Koyu Antoloji’ albümünü müzikseverlerle buluşturdu. “Renkli Rüyalar Oteli”, “Paramparça”, “İstanbul’da Sonbahar” ve “Duş” gibi çok sevilen Teoman şarkıları albümde karşımıza çıkıyor. Teoman’la Koyu Antoloji albümü özelinde şarkı sözü yazarlığını ve rock müziğin toplumla ilişkisini konuşan Birgün'den Burak Atabay'ın röportajı şu şekilde;
Eski şarkılarınızın yeni düzenlemelerini sundunuz. Alışagelmiş şarkıların beğenilmemesi gibi bir kaygınız oldu mu?
Hayır, kaygılanmadım. Zaten eski işlerim orada duruyorlar, isteyenler o şarkıları eski halleriyle de dinleyebilirler. Ama ben bu antolojiyle beraber, birbirini tamamlayan, yan yana iyi durduğuna inandığım şarkılarımı, şu anki zevkime göre yeniden düzenledim. Dinleyici açısından daha tatmin edici olacaklarını düşünüyorum bu düzenlemelerin.
‘Koyu Antoloji’ sound itibariyle gerçekten de koyu bir hava sunuyor. Albümün karamsar bir havasının olduğunu düşünüyor musunuz?
Benim şarkılarım karamsar zaten. Fakat ben her anımı o duygularla yaşıyor değilim, o bakış açısına sahip olmadığım zamanlarım da var. Yine de bana şarkı yazdıran, o perspektifim. Keyfimin yerinde olduğu zamanlarda şarkı yazmaya değer bir şeyler yakalayamıyorum. Benim şarkı yazmam için, kalbimin hüzünlü taraflarını etkileyen duygulara ihtiyacım var. Bu albümde de, o duygulara eşlik edecek soundun peşine düştüm.
Kimseye benzemeye çalışmıyorum
Kent ozanlığı uzun süredir tartışılan bir konu. Nejat Yavaşoğulları’ndan Bülent Ortaçgil’e, Hüsnü Arkan’dan Mehmet Güreli’ye pek çok sanatçıya sordum. Siz müziğiniz kadar, sözlerinizle de öne çıkan birisiniz. Kent ozanlığı tanımını nasıl yapıyorsunuz?
Kent ozanlığı çok geniş bir tanım. Halk müziğinden bildiğimiz ozanlardan farkı, bu ozanların bulunduğu coğrafi konum ve o konumun hayat tarzı nedeniyle yaşadıkları duygular, olaylar… Yoksa, yine sözcükleri önemseyen, çoğu kez de müziğin önünde bir önem atfeden herkes ozan olarak adlandırılıyor zaten. Yukarıda saydığınız isimler, gerçekten de kent ozanlığı tanımı içerisinde yer alıyorlar. Ben yine de kendi sözlerimi yazarken, başka kent ozanlarıyla ortak olduğum yerlere değil, farklı olduğum yerlere yükleniyorum. Kent ozanlığı tanımı içerisinde kalsam da, kimseye benzememeye çalışıyorum.
Sözlerinizin kentli bir edebiyat ürünü olduğunu düşünür müsünüz?
Edebiyat, bana göre şarkı sözüyle karşılaştırıldığında çok daha major bir sanat alanını ifade ediyor. Şarkılarım edebi bir tat versinler isterim ama edebiyat ürünü oldukları yönünde bir iddiada bulunmayı gereksiz görüyorum. Yine de edebiyat, geçmişimde beni çok besledi ve şarkı sözlerime de bol bol sızdı. Dinleyicilerimin beni çok değerli bir edebiyatçıymışım gibi değerlendirmesi hoşuma gidiyor ama ben hayran olduğum edebi isimlerle kendimi aynı sıklette görmüyorum tabii ki.
“Her şey yalnızlıktan…” en dikkat çekici sözlerinizden biri. Yalnızlık tanımınız nasıl?
Yalnızlık, insanlardan izole bir ruh durumunu ifade ediyor benim için. Yoksa, toplumdan uzakta, tenha yerlerde bulunmaya dair değil. İnsanlarla ilişki kuramayacak kadar kendi içine kapanmak benim için yalnızlık.
Rock müzik protest midir?
Ortaya çıkışı itibariyle öyleydi. Ama yine de rock müziğin protest olması gerekliliğini bir mit olarak değerlendiriyorum. Kimi dinleyici rock müziği, müzikal nedenlerle dinlerken, kimisi de topluma, güncel siyasete protest bakışı nedeniyle dinliyor, öyle algılıyor bu tarzı. Rock müzikte, benim de çok takdir ettiğim müzisyenler, bolca bozuk düzen karşıtı şarkılar yazdılar, yazıyorlar. Ama sadece gününü gün etmeyi öneren şarkıcılar ve müzisyenler de mevcut bu müzik tarzında. Protest etiketi, rock müziğine genelde 60’lı yılların havasını soluyan insanlar nedeniyle koyuluyor.
Teoman şarkıları peki… Toplumsal bir kaygıyı barındırmak gerekliliğini düşünüyor musunuz?
Düşünmüyorum. Çünkü öyle yaptığınızda bir projeye dönüşüyor şarkı yazma işi. Benim yazma stilim genelde “bireyci” ayrıca. O bakış açısından daha fazla yararlanıyorum ben. Toplumsal şarkıları yazanlar, duygularında samimidirler ama ben toplumsal meselelerde yazmaktan, bir şarkı yazarı olarak hoşlanmıyorum. Genelde bakış açıları fazla “siyaseten doğru” oluyor. Bana çekici gelmiyor o perspektif.
Her sanatçı kendini birazcık kısıtlıyor
Günümüz sanat ortamında bir baskıyla karşılaşıyor musunuz?
Toplumsal baskı ve kişinin kendine uyguladığı otokontrol olarak, her sanatçı kendini birazcık kısıtlıyor. Ya da en azından ben kısıtlıyorum. Ama bunun nedenleri çok ciddi şeyler değil de, yanlış anlamalara fırsat vermemeye çalışmak. Aktör Erol Taş’ın kötü adam roller nedeniyle dayak yediği, hakaret işittiği bu coğrafya hâlâ aynı tehlikeleri barındırıyor. Şarkının şarkı, sinemanın sinema olduğunu düşünmüyor insanlar, onları gerçek sanıyorlar.
Kitaplar, tiyatro oyunları, konserler birçok nedenle engellenebiliyor. ‘Sıra bana da gelir’ gibi bir endişeniz var mı?
Yaşadığımız bu garip çağda o kadar büyük problemler var ve gelecek de o kadar çetin ceviz olacak gibi duruyor ki, gelecekte olabilecek konser engellemelerini çok büyük bir sorun olarak görmüyorum. Ya da şöyle diyeyim, işe dair endişelerden daha büyük problemlerin beklediğini düşünüyorum bizi. Sanki ulus olarak da, insanlık olarak da çok büyük zorluklarla karşılaşacakmışız gibi geliyor bana. Sadece iç politika açısından bakmıyorum, dünya dengeleri açısından da işimiz zor olacak. Konu benden çok, geleceğin yaratacağı problemleri yaşayacak gençleri ilgilendiriyor. Gençler için endişeleniyorum, karman çorman bir dünyada yaşayacaklar.
Özlem duyduğunuz bir dünyanın resmini nasıl çizebilirsiniz?
Yaşadığımız çağın değer sistemi bana hiç uygun değil. Ben, gelecekte dünyanın daha iyi bir yer olacağına dair öngörülerin yoğun olduğu bir zamanda yetiştim. Bu ideallere dair yaklaşımların hepsi aşırı iyimsermiş, yanlış çıktılar. Şu anda Avrupa’da gençlerin %50’si demokrasiye inanmıyor. Medeniyetin beşiği saydığımız bu kıtada faşizm aldı başını gidiyor. Geçmişte solu oluşturduğunu düşündüğümüz alt sınıflar, kendinden güçsüzleri ezme peşinde. Avrupa örneğini özellikle veriyorum, varın siz geri kalan yerleri düşünün diye. Günümüzde halklar, Sanki dünya 1930’lara geri dönmüşçesine popülist-demagogları kendilerine yönetici seçiyor, otokratları tercih ediyor ve demokrasiyi yavaş, işlevsiz buluyorlar. Böyle bir dünyada özlem duyduğum bir dünyanın resmini çizmek benim için çok zor ve boşuna bir çaba. Bizleri daha büyük hayal kırıklıkları bekliyor çünkü.
Ara sıra ‘Benim için ne diyorlar’ diye sosyal medyaya bakıyorum
Albüme dönecek olursak sizden yeni şarkılar bekleyen insanlar için bu albüm hayal kırıklığı olabilir mi?
Sosyal medyada ara sıra hayranlarım ne diyorlar diye geziniyorum. Benden sürekli yeni işler, yeni şarkılar yazmamı isteyen hayranlarım var. Bunlardan bazıları gerçekleri dile getiriyorlar, çoğunluğu da palavra sıkıyor. Sosyal medyada benden yeni şarkılar isteyenler, şimdiye kadarki bütün şarkılarımı dinlediler mi acaba? Zannetmiyorum, laf ola beri gele. Yine de küçük bir azınlık, benim her yaptığım şeyin peşine düşüyor. Yeni bir şey yaparsam, o gerçek hayranlar için yaparım.
Yeni işler gelecek demek mi peki bu?
Ben müzikle ilgili planlarımın sınırını çizdim. Beni, geleceğe derli toplu kalma meselesi ilgilendiriyor artık. Yani yeni şarkılar yazmak için kendimi zorlamaktansa, daha kolay ve zevkli bir şeyle uğraşıyorum. “Koyu Antoloji” albümü de, o uğraşı sonunda ortaya çıktı. Yine benzer bir şekilde, önümüzdeki yıllarda, “cover” tabir edilen birkaç albüm yapmak var aklımda. Başkalarının yazdığı, çok sevdiğim şarkılar var, onları yorumlamak ve kendi sesimle şimdiki ve gelecekteki dinleyicilerime bırakmak istiyorum. Eskiden olduğu gibi, kendi yazdığım şarkılarla bir albüm macerasına girişmek istemiyorum artık. Çok yoğun bir manevi çaba gerektiriyor çünkü. Bir-iki sene aklınız sadece şarkı yazmakta filan oluyor. Yorucu bir çaba. Bana gerekli gelmiyor artık.
Mart ayında bir kitabınızın çıkacağını paylaştınız. Neler olacak?
Aslında sadece 20 yıllık röportaj arşivimden seçilmiş yazıları kitap olarak basmak istiyordum. İçlerine birkaç hikâye ekleyeyim derken, kendimi bu kitabı yazarken buldum. Çocukluğumdan, şu güne kadar, kısa kısa anıların olduğu bir tür otobiyografiye dönüştü yazdığım şey. Birçok farklı şey var kitabın içinde, bugüne kadar okuduğum biyografilere de benzemiyor. Üslubu da şarkı sözlerimden daha farklı, daha fazla ironi barındırıyor.
Jon Snow, Sting’i yeniyor!
Geçmişe dönüp baktığımızda 90’lar müziği, dinleyicinin nostaljiyle baktığı bir dönem. Sizce de bu garip değil mi? Müzikte geçmişe duyulan özlemin gerekçeleri neler olabilir?
90’lar hakikaten de günümüzden çok farklı bir zaman dilimi. Ama dediğim gibi, sadece bir “zaman dilimi.” Şu anda müzik, ilgi çekmek için çok farklı savaşlar veriyor. Bir taraftan sosyal medya ile diğer taraftan da üstümüze boca edilen - kalitesiz olduklarını düşünmüyorum, yanlış anlaşılmasın - dizilerle yarışıyor. Jon Snow, Sting’i yeniyor yani. Güncel politika da çok fazla zamanımızı alıyor ve müzik insanlara artık fazla hayal kurdurmuyor ne yazık ki. 90’larda müzik gerçekten de çok daha etkiliydi. Bir şey daha söylemek istiyorum. Yine de bu 90’lar nostaljisi, o yıllarda hararetli gençlik dönemi yaşayan insanlar tarafından dile getiriliyor. O yıllarda da 70’li yılları yad eden yaşlılar hatırlıyorum ben.