YAĞMUR YAĞSIN SEN GÜLÜMSE BANA
Bir Eylül sonu öğle sonrasıydı. Gök gürültüsüyle birlikte cama doğru koştum. Annemin kendi elleriyle renkli ve desenli pazen kumaştan, aralarına diktiği drapeli süslemeli perdeyi araladım. Kerpiçten evimizin yanan sobanın sıcaklığı ile dışarıdaki havanın serinliği camda karşılaşması nedeniyle, camlar buğulanmıştı. Camdaki buğuyu hırkamın koluyla sildim. Dışarıyı sıcak odamızın camından hayranlıkla seyrediyordum. Bir taraftan da ilkokula yeni başladığım İçin öğrendiğim harfleri buğulu cama yazıyordum.
Ufukta beliren fırtınayla beraber, yağmura gebe bulutlar gelip köyümüzün üstünde durdular. Şimşekler gökyüzünü alevli kamçılarıyla dövüyor, gök gürültüsü yeri göğü sarsıyordu. Rüzgarla yere serpilen yağmur tanecicikleri evimizin camını bir taraftan ıslatıyordu.
Gökyüzünde uçuşan bir Şahin kuşu, geniş kanatlarıyla karşı evin ağaçlarının arasından çıkmış, köyün üzerinde geziniyordu. Bulutlar iyice karardı. Yağmurun hızla yağmaya başlamasıyla ses seda kesilmişti. Ortalıkta kimsecikler yoktu. Sonbaharın ilk yağmur damlaları sıcaktan kavrulmuş toprağı serin serin ıslatıyordu.
Bereketin, saflığın ve temizliğin simgesi olagelmiş, kimi zaman hüzün veren, kimi zamanda sesi ile huzur verip uykulara daldıran, şairlere ilham veren yağmur benimde o an aklıma bir eğlence çılgınlığı getirmişti. Birden üstümdeki hırkayı çıkarıp evin kapısından fırladığım gibi, anneme “nereye gidiyorsun?” deme fırsatı vermeden evin avlusuna attım kendimi. Yağmur bir taraftan yağarken kendi etrafımda dönüyor, eğleniyordum. Annem buharını hırkamın koluyla sildiğim camın arkasından bana bakıyor, gülümsüyordu. Gülüşü; yağmur yağarken güneş açar ya onun gibi bir şeydi.
Hiçbir yağmurda ıslanmaya cesaret edemezsen, işte bundan pencereden öteye geçemez hayallerin. Her insan yağmur damlası gibidir; kimisi çamura, kimisi gül yaprağına düşer. Benimde gönlüme senin gülüşün gelir her yağmur yağdığında annem. Annem o gün “yağmuru sevmezse insan , gökkuşağı renksiz olur” demişti. Eve döndüğümde ise Islanan saçlarımı ve vücudumu havluyla kurutup, kerpiç sobanın yanında o minik ellerimi avuçlarına sevgisiyle sarmalayıp ısınmam için çabalamıştı annem. Yağmur sonrası havada oluşan gökkuşağını birlikte izlemiştik.
Ben hala o yağmurlu günü düşündükçe annem aklıma gelir...
Şimdilerde annelerin bir çocuğun yağmurda eğlenmesi için böyle bir gülüşüne hiç şahit olmadım.
Hayat fırtınada sığınak bulmak değildir. Yağmurda dans etmeyi bilmektir. Ölmek için doğmuştur ya insan, o yüzden her yağmur sonrası toprak kokusunu sever insan.
Yağmurla beraber, soru yağmurları da zihnime akın ediyor artık şimdilerde...
Niye bu kadar acımasız hayat?
Niye bu kadar esrarengiz kâinat?
Sonra bırakıp bir gün bu güzel dünyayı gitmek neden?
Niye böyle, neden öyle?
Sor bakalım, ey sorular yumağı aklım, sor?
Yağmur kokan sabahlarda ezanla, duâyla ve salâvatla uyanmak. İçinde binbir sevinç ve güvenle, sonsuz bir Allah aşkıyla uyanmak huzur ve güven veriyor insana. Hayatı tartıya vurduğumuzda, terazinin bir yanı, yani şükür kefesi oldukça boş gözüküyor Senin olmadığın bir dünyada Annem...
Sorular yağmur gibi yağar sabahlarda içime. Üşümem asla. Ebedi güzelliği ararım, biten, giden şeylerde. Niye bu kadar güzeldir bu dünya? Niye böyle mis gibi kokar, hele de yağmurdan sonra?
Yok aslında Allah’tan başka insanın sığınağı. Yok Allah’tan başkaca insanın dayanağı. “İnsan insana yük değil, bu can gövdeye mülk değil.” Sendendir her nimet Allah’ım; Sendendir bu emanet. Boşuna duâya durmuyor melekler.
Bir ateşim yanarım külüm yok, dumanım yok.
Sen yoksan zamanım belli değil, mekânım yok.
Beni fırtınalar içinde yalnız bıraktın Annem.
Benim artık Allah’tan başka sığınacak limanım yok Annem...